İbn Haldun ve Weber’in ortak mirası: İktidar ve çöküş
Günümüzde sosyal bilimler ve siyaset üzerine yapılan entelektüel tartışmalarda, ne yazık ki bir yazının ağırlık kazanması için Batılı isimlere gönderme yapmak adeta bir şart haline geldi. Oysa bilim, Batılı veya Doğulu demeden, kimin görüşü olayları en iyi açıklıyorsa onu merkeze almayı gerektirir. Bu bağlamda, 14’üncü yüzyılın Kuzey Afrikalı düşünürü İbn Haldun’un Mukaddime’sini okuduğunuzda, bugünün devlet, parti ve zümre yapılarına ne kadar uygun düştüğünü görerek şaşırmamak elde değil. Bu müthiş zekâ, sanki toplulukların kaderine dair evrensel bir şablon çizmiş.
Kabile asabiyeti
İbn Haldun’un tüm teorisinin temel taşını Asabiyye kavramı oluşturur. Asabiyye’yi basitçe kabile bağı ya da sinirlilik anlamında değil, bir topluluğu ortak bir amaç uğruna mücadele etmeye iten, uğruna fedakârlık yapılan sosyal uyum, dayanışma ve bağlılık ruhu olarak okumalıyız. Bu ruh, bir grubun üyelerinin kendilerini tek bir aile gibi hissetmelerini ve dış tehditlere karşı birlikte hareket etmelerini sağlar.
İbn Haldun, bu Asabiyye’nin en güçlü ve saf halini, yaşam koşullarının daha zorlu olduğu bedevi (kırsal ve göçebe) topluluklarda bulur. Biz bunu Türkiye’de taşra diye de okuyabiliriz. Çünkü kendini savunmanın hayati olduğu bu zorlu yaşam, insanları en sıkı şekilde kenetlenmeye zorlar. İbn Haldun’a göre, hükümdarlığın (Mülk) ve devletin kurulmasının tek temeli, bu güçlü Asabiyye’ye sahip olmaktır.
Bu fikir, yaklaşık beş yüz yıl sonra Max Weber’in ortaya koyduğu Karizmatik Otorite kavramıyla şaşırtıcı bir paralellik taşır. Weber’e göre, geleneksel düzeni altüst eden ve yeni bir düzen kuran itici güç; liderin karizmatik nitelikleri ve bu niteliklerin çevresinde oluşan coşkulu ve sadık kitle bağıdır. İster bedevi saflığından doğan Asabiyye olsun, ister modern siyasetin kurallarını bozan karizma; her ikisi de, bir siyasi hareketin veya partinin kuruluş aşamasındaki ödün vermeyen idealizmi ve mücadele ruhunu temsil eder.
Çöküşe giden yol: Lüks ve rutinleşme
Peki, bu sırada iktidarlara ne olur?
İbn Haldun’a göre, devleti kuran kabilenin liderleri zamanla saltanatı miras yoluyla sürdürmeye başlar ve mutlak monarşiye doğru kayar. Hükümdar, gücünü korumak için, kurucu zümreye bile sırt çevirerek baskıcı hale gelir.
Bu dönüşüm, Weber’in “karizmanın rutinleşmesi” süreciyle tam olarak örtüşür. Weber, karizmatik bir liderin kurduğu sistemin kalıcı olması için, o karizmanın ‘yasal-rasyonel otorite’ye ve bürokrasiye dönüşmek zorunda olduğunu belirtir. Yani kurallar ve hiyerarşi, liderin coşkusunun yerini alır.
Günümüz partileri ve siyasi çözülme
İşte bu şablon, günümüzdeki parti ve iktidar dinamiklerini müthiş bir öngörüyle açıklar:
Siyasi bir parti, iktidara geldiğinde veya uzun süre iktidarda kaldığında, kurucu Asabiyye’sini (idealist, fedakâr kadrolarını) kaybeder. Yerini, Weber’in tarif ettiği gibi, seçim kazanmaya odaklanmış, kişisel çıkar ve kariyer odaklı profesyonel bir bürokratik makineye bırakır.
İktidar zümresi, lüks ve bürokratik konfor içinde boğuldukça, halkın zorluklarından kopar. Liderlik, kurucu Asabiyye’nin paylaşıldığı bir liderlikten, otoriterleşmiş bir güce dönüşür. Baskı ve merkeziyetçilik artar, çünkü lider gücünü organik bağlardan değil, zorla ve bürokratik kontrolle sağlamaya çalışır.
Asabiyye (grup ruhu) tamamen eridiğinde, yani sistemin ruhu sadece rasyonel kurallar ve kişisel menfaat üzerine kaldığında, o devlet veya parti içten içe çürür. Zayıflayan bu yapı, dışarıdan gelecek güçlü ve yeni bir Asabiyye’ye (yeni bir siyasi harekete) karşı koyamaz ve döngü kaçınılmaz olarak yeniden başlar.
İbn Haldun ve Weber’in bu ortak bakış açısı, siyasetin sadece ahlaki değil, aynı zamanda sosyal dinamiklerin ve kaçınılmaz döngülerin bir ürünü olduğunu gösterir. Mukaddime’nin çizdiği şablon, siyasi aktörlere, iktidarın kalıcı olmasının yolunun lüks ve baskıdan değil, tam tersine, kuruluşun ilk ruhunu ve toplumsal bağı sürekli canlı tutmaktan geçtiğini fısıldayan evrensel bir derstir.
