PIERRE BOURDIEU:
OKUL EŞİTLİK DEĞİL EŞİTSİZLİK ÜRETİR
Fırsat
eşitliğini sağlamayı bir tarafa bırakalım, okul dediğimiz kurum toplumsal
eşitsizliklerin yeniden üretimine bizzat katılır.
Pierre
Bourdieu
1930 yılında Fransa'nın Bearn köyünde çiftçi bir aileye doğdu. 51 yaşına
geldiğinde ülkenin en prestijli yükseköğrenim kurumu College
de
France'a profesör olarak kabul edildi. Hayatı boyunca "yüksek
elitlerin" arasında yerini ve yönünü arayan
"köylü" Bourdieu, sosyoloji araştırmalarını tam da bu arayışın
etrafında şekillendirdi. Çünkü burjuva ailelerin çocukları elit okullarında
kendi doğal hâlleriyle var olabilirken Bourdieu ne yaparsa yapsın bir şeylerin eksik
kaldığını, yapay göründüğünü, eğreti durduğunu hissediyordu. Kişisel
deneyimlerinden yola çıkarak bu deneyimi nihayetinde akademik çalışmalarının belkemiğini
oluşturacak genel bir sosyoloji sorusuna dönüştürdü: "Demokratik
toplumlarda eğitim parasız ve zorunlu olduğu için tüm çocukların 'fırsat eşitliğinden'
yararlandığı, ne tür bir aileden gelirse gelsin yetenekli ve çalışkan
çocukların liyakat sistemi çerçevesinde hem eğitimde hem de daha sonra iş hayatında
başarılı olduğu söyleniyor. Acaba durum gerçekten böyle mi?" Kapsamlı saha
araştırmaları ve verilere dayanan Vârisler ve Yeniden Üretim kitaplarında cevap
vermeye çalıştı Bourdieu bu soruya. Tüm bu çalışmalar eşitlik değerini kutsar
gibi görünen modern demokratik toplumlarla ilgili karanlık bir gerçeği ortaya
koyuyordu: Aristokratik toplumda açıkça sürdürülen katı toplumsal hiyerarşi
bugünün toplumlarında daha sinsice işleyen -ve çoğunlukla da liyakat söylemiyle
görünmez hâle getirilen- mekanizmalarla kendini var etmeye devam ediyordu.
Şimdi aristokratik ve demokratik
toplumların zihin yapılarına kısaca değinelim. Başta Fransız Devrimi olmak
üzere sıradan halkın değer kazanıp siyasi bir aktör hâline geldiği bir dizi
gelişmeden önce Avrupa'da genel anlamda aristokratik toplum yapısı hâkimdi. Bu
anlayış çerçevesinde herhangi bir bireyin katı bir hiyerarşiye dayalı
toplumdaki yeri, içine doğduğu toplumsal gruba göre şekillenirdi. Örneğin
çiftçi bir ailede doğan bir çocuğun; başarısı, emeği ya da yetenekleri
sayesinde toplumsal basamakları tırmanması ve "sınıf atlaması" gibi
bir şey neredeyse imkânsızdı. Herkes anne babasının toplumsal hiyerarşi
içindeki rolünü devralır, zamanı geldiğinde de aynı rolü çocuklarına bırakırdı.
Ayrımlar net ve keskindi.
Tocqueville'in 1800lerin
başında Amerika'da Demokrasi kitabında anlattığı üzere demokratik siyasi
sistemin yaslandığı değer, aristokratik hiyerarşinin tam tersi olan eşitlikti.
Siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitsizliğin herkesçe doğal karşılandığı
toplumlar birer birer "her vatandaşın yasalar önünde eşit olduğu ve artık
her türlü ayrıcalığın ortadan kalktığı" demokratik toplumlara doğru
evrilmeye başladılar. Eşitliğe yaslanan demokratik toplumların kitlelere vaadi
şuydu: Toplumsal hiyerarşinin kuşaklar boyu hiç değişmeden devam ettiği sisteme
son veriyoruz. Eğitimi kitleselleştiriyoruz, ücretsiz ve zorunlu yapıyoruz.
Eğitim hayatında başarı gösterecek
çocuklar -nasıl bir aileden gelirlerse gelsinler- her alanda liyakate dayalı
bir şekilde üst basamaklara tırmanabilecekler, işte tüm bunlar okulun herkese
sunduğu "fırsat eşitliği” sayesinde olacak, kim çalışırsa o kazanacak.
Bourdieu demokratik
toplumların işte bu söylemini inandırıcı bulmadı ve bir iddiayla ortaya çıktı:
Fırsat eşitliğini sağlamayı bir tarafa bırakalım, okul dediğimiz kurum
toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretimine bizzat katılır. Dahası,
aristokratik toplumda açıkça var olan eşitsizliklerin bugün başka bir yöntemle
ve daha kabul edilebilir bir formda var olabilmesini sağlayan bir Truva atına
dönüşmüştür.
Bourdieu tezini
destekleyecek birçok istatistik sunar, bunlardan en çarpıcılarından biri şudur:
Üst düzey bir yöneticinin oğlunun üniversiteye girme ihtimali bir tarım
işçisinin oğlunun üniversiteye girme ihtimalinin 80 katıdır. Evet doğru, üst
düzey yönetici toplumsal ayrıcalığını oğluna doğrudan miras bırakamaz, ancak bu
istatistik bize gözle görünmez bazı mekanizmaların toplumsal eşitsizlikleri
yeniden ürettiğini, aristokratik toplum hayaletinin hâlâ demokratik topluma
musallat olmaya devam ettiğini göstermiyor mu?
Meseleye bir de şu açıdan bakalım: Asgari
ücretle geçinmeye çalışan ailenin dördüncü çocuğu ile annesi bir holdingde üst
düzey yönetici, babası da diplomat bir çocuğun eğitim hayatı boyunca aynı
"fırsat eşitliğinden" faydalandığını mı söyleyeceğiz? Yoksul aileye
doğan çocuk ne kadar yetenekli ve çalışkan olursa olsun belirli mekanizmalar
tarafından eğitim hayatının dışına atılıp işçiye dönüştürüldüğünde sebep olarak
çocuğun "başarısızlığım" mı göstereceğiz? Ya da diğer çocuk modern sanat
yapmaya karar verip sattığı tablolarla milyonlar kazandığında bu gerçekten
kendi başarısı mı olacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder