10 Temmuz 2025 Perşembe

“Hocaların Hocası”, filozof Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi

 

İnsan hakkı başka, çıkar başka… İkisini birbirine karıştırıyoruz

Türkiye’de felsefi düşüncenin yaygınlaşmasına sonsuz katkılarda bulunmuş, “Hocaların Hocası”, filozof Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’ye göre özgürlüğü yanlış anlayıp değer farkını göz ardı ediyoruz: “Çıkarlarımızı hak diye görüyoruz. Problemlerin temelinde bu var”

Bu yıl 28’inci kez verilen Aydın Doğan Ödülü’nün sahibi Türkiye Felsefe Kurumu’nun başkanı, filozof Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi oldu. Onun bu ödüle değer bulunmasının pek çok geçerli sebebi var: Bu alanda birçok akademisyen yetiştirmesi… Ülkemizde felsefi düşüncenin yaygınlaşmasına yaptığı önemli katkılar… Sayısız bilimsel makale, bildiri, rapor ve kitap çalışmalarıyla uzun yıllar boyunca ulusal ve uluslararası düzeyde Türkiye’yi başarıyla temsil etmesi… İnsan hakları kavramının anlaşılması ve savunulmasında da önemli bir misyon üstlenmesi… Felsefe ve insan hakları konusunda UNESCO kürsüsü sahibi olmak gibi çok önemli bir değere ulaşmış olması… Başarılarıyla uluslararası kültür ve felsefe ortamında Türkiye adının gündemde tutulmasına katkı sunması…

1936 İstanbul doğumlu Kucuradi’ye ödülü, 2 Aralık akşamı Hilton İstanbul Bosphorus’ta düzenlenecek bir törenle verilecek.
Fotoğraf: ©Oksijen

 

Halen Maltepe Üniversitesi’nde İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve İnsan Hakları Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Kuçuradi, çalışmalarını özellikle insan hakları, felsefe ve etik konularında yapıyor.

Kuçuradi’yle kampüsteki odasında gündelik hayattaki değerlerden eğitime, felsefenin hayatımızdaki yerine kadar farklı konularda görüştük.

“Babam eczacı olmamı istiyordu”

Aydın Doğan Vakfı tarafından verilen ödülün 28’incisi sizin oldu. Ödüller sizi motive ediyor mu?

Hepsi için söyleyemeyeceğim ama ödül “Biz senin yaptığını görüyoruz” demektir. Ödüller beni motive etmiyor. Yani olmasa da yaptığımı yaparım. Kant’ın yaptığı bir ayrım var, o müthiş önemli bir şey. Bir şeyi ödevden dolayı, bir de ödeve uygun yapmak. Ödevden dolayı sırf o doğrudur diye yapıyorsun. Mesela bir bakkal insanları kandırmak doğru olmadığı için ne tartmada ne parada kandırıyor. Ama öbürü eğer bilinirse müşterisini kaybedecek diye insanları kandırmıyor. Birincisinin değeri vardır, öbürünün yoktur bana sorarsanız. Davranış aynı davranış. Kant burada çok önemli bir fark ortaya koyuyor.

Baktığımızı görmüyoruz. İyi bir hoca, öğrencisine ne göreceğini söylemeden bir yere işaret eder. ‘Oraya bak’ der. Görmeye yardım eder. Kişi görürse o zaman kendisinin olur. Yoksa ezberdir. Kendi yaşamıyla bağlantı kurmak çok önemli bir şey. Orada daha iyi kavrıyor

Felsefeye nasıl merak duydunuz, nasıl yöneldiniz?

Beni çok rahatsız eden bir olgu var. Aynı insanın bir eylemi, farklı kişiler tarafından farklı değerlendiriliyor. Birisi iyi diyor, birisi kötü diyor. Bu mideme oturuyordu. Olmaz böyle bir şey. Ve bunun teorisini yaptım. Babam eczacıydı, eczacı olmamı istiyordu. Kardeşlerim yok, üzüldü tabii, felsefe para getirmez ya. Ben asistan olduktan sonra bir gün hocam eve yemeğe geldi. “Memnun musunuz?” dedi babama. O da “İyi ama aç kalacak” dedi. Hoca da cevap verdi: “Biz aç kalmadık!”

Pozitif ve umut dolu bir insansınız. Hep böyle miydiniz?

İnatla! 2016’da Tüyap Fuarı’nın onur konuğuydum. Faruk Bey (Şüyün) o zaman bir kitap hazırlamıştı, İnatla Umutla İnsan ve Değerleri Peşinde diye yazdı.

Sizden öğreneceğimiz çok şey var bu kaotik dünyada…

Her akşam haberlerde korkunç şeyler görüyoruz. İnsanlar nasıl yapabiliyor, biraz düşündürmeye çalışıyorum. Bu insanları hapishaneye atıyoruz ama üzerinde araştırma yapmak gerekir. Bir insan tanımadığı bir insanı nasıl öldürebilir? Nasıl o hale gelebiliyor? En temeldeki sorun kendini tutma, kendine hakim olma meselesi. Özgürlük adına insanların olan ve yaratılan ihtiyaçları meselesi. İhtiyaç yaratıyor insanlar. Bunun tipik örneği reklamlardır. İnsanların zorla ihtiyaç duymasını sağlıyorlar.

Peki gündelik hayatımızda felsefeye neden ihtiyaç var?

Felsefe ne yapıyor, ne iş görüyor? Oradan bakarsak orada neye ihtiyaç olduğunu da görebiliriz. Bir kere ihtiyacımız olan şeylerden biri açık kavramlardır. Yoksa karıştırıyoruz. Öğrencilere hep sorarım, “açık ve seçik” var ya Descartes’ın dediği… Açıklık ne demek? Bir kavram için seçiklik ne demek? Onu bilirsek o zaman daha iyi teşhislerde bulunuruz. Karıştırmayız, olan bitende karıştırmayı epey azaltabiliriz. Yok etmek mümkün değil herhalde. Ama doğru değerlendirme yapamadığımız zaman da farkına varıyoruz. O da bizi daha dikkatli yaşamaya götürüyor. Açık kavram olmayınca, hele seçik kavram olmayınca -ikisi birbiriyle ilgili tabii- karmakarışık oluyor kafalar. O zaman kaş yapayım derken göz çıkarmak mümkün. İyi niyetle bir şey istemek yetmiyor, bilgi de gerekli. İşte felsefe bilgisinin yarattığı şeylerden bir tanesi bu. Yani isabetli teşhis yapabilmek. Bir durumun doğru adını koymak. Nedir bu durum? Yaşadığımız durumlar nedir? Sınırımızın etrafında ne var?

“Türkçe felsefe yapmanın bir avantajı var”

Kelime dağarcığımız da sanki daraldı ve o kavramların üzerinde duramıyoruz, fazla konuşamıyoruz. Bu sizin de hassas olduğunuz bir konu…

Kelimeleri içeriksiz düşünüyoruz. Sadece ses olarak çağrışımlı düşünüyoruz. Bir şeyi kavrayabilmek için çağrışımlı düşünmek olmaz. Çağrışım olabilir, işe de yarayabilir ama açık düşünmeye bazen engel de olabiliyor.

Felsefenin dili olur mu? Özellikle felsefe eğitiminde mesela Yunancaya hakim olmak onu daha iyi kavramamızı sağlar mı?

Türkçede de ben çok rahat felsefe yapıyorum.

Ama Yunanca da biliyorsunuz.

Biliyorum ama Türkçenin de bir avantajı var. Kelimeler henüz terimleştirilmediği için sen terimleştiriyorsun. Günlük dilde bir kelimeyi terimleştiriyorsun. Batı dillerindeki gibi, İngilizcedeki, Almancadaki gibi yükü yok.

İnsan haklarını edilgen olarak ele alıyoruz. ‘Kimse işkence görmeyecektir’ diyoruz. Oysa şu gözden kaçıyor: Kimsenin işkence görmemesi için kimse işkence yapmayacaktır. İnsan hakları yalnız muamele görme ilkeleri değil, en başta muamele etme ilkeleridir

Hak ihlallerinin çok yoğun olduğu, buna karşılık insanların kendi haklarından bile bihaber oldukları bir dönemden geçiyoruz. Bunu nasıl aşarız?

En mühim problemli noktalardan biri şu: İnsan haklarını edilgen olarak ele alıyoruz. “Hiç kimse işkence görmeyecektir” diyoruz, değil mi? Bu ne demek? Hiç kimsenin işkence görmemesi için hiç kimse işkence yapmayacaktır. O tarafını vurgulamıyoruz. İnsan hakları yalnız muamele görme ilkeleri değil. En başta muamele etme ilkeleridir. Bu, gözden kaçıyor. Nitekim var ama kimse dikkat etmiyor. Çünkü dile getirilmiş belgelerde pasif oluyor. Aktif olmalı yani “Ben işkence yapmayacağım ki kimse işkence görmesin! Kimse yapmayacak” denmeli.

Peki kendimizi nasıl değerli hissedeceğiz? Yine eğitime mi geliyoruz?

Tabii, değer bilgisi. Bizim yapabileceğimiz şey değer bilgisini örneklerle göstermek. Ondan sonra herkes tek başınadır. Zorla olmaz ki… Ama özendirmek var. Eğitim çok önemli burada. İlk eğitim de anamızdan babamızdan gördüğümüz oluyor.

Bir röportajınızda bakmak ve görmenin farkından söz ediyorsunuz.

Evet, baktığımızı görmüyoruz. Onun için şunu söylüyorum: İyi bir hoca ne göreceğini söylemeden bir yere işaret eder. “Oraya bak” der. Görmeye yardım eder. Kişi görürse o zaman kendisinin olur, yoksa ezber. Benim dediğimi, senin dediğini tekrar eder. Bir de kendi yaşamıyla bağlantı kurmak çok önemli bir şey. Orada daha iyi kavrıyor. Örnekler bir giriş yolu olarak var. Sadece örneği öğrenirsek genellemeyi yapamayız. Başka bir vakaya uygulayamayız. Ama ilk yol belirli durumlardaki örnekler. Baktığınızı görmeyi öğrenmek bu.

Hep aynı şeyleri konuşmaktan sıkılıyor musunuz?

Yo, sıkılmıyorum bazen olumlu örnekleri görünce. Çünkü çocuklar 50 yıl sonra beni arıyor, anlatıyor. Geçen gün Maltepe Belediyesi’nde bir kitap fuarında bir konuşma yaptım. Orada yaşlı başlı -benim kadar değilse de beyaz saçlı- bir bey geldi. Dedi ki “Ben senin Erzurum’dan öğrencinim hocam.” Tanıyamadım. Ama cebinden çıkardı fotoğraf gösterdi, o zaman tanıdım. Yaptığının boşa gitmediğini görmek hoş bir şey.

Bilgisel yetenek olmadan etik yetenek gelişmez

Son dönemde gençlerdeki beyin göçünü konuşuyoruz. Hatta çoğu ne yapacağını bile fazla düşünmeden kapağı dışarı atmaya çalışıyor.

Öyle bir akım var. Bana çok sorulur “Sen niye gitmedin?” diye. Senin memleketin olduğu kadar benim de memleketim burası, niye gideyim? Çocukların bilgisel yeteneklerini geliştiriyoruz sadece. Etik yeteneklerini geliştirmeye hiç yardım etmiyoruz. Annesinde babasında da görmediyse işi rastlantıya kalıyor. Bilgisel yetenekler olmadan etik yetenekler de gelişmez. Aynı şekilde geliştirmesine yardımcı olmak gerekiyor. Bu da ne demek? Bazı değer sorunlarını görebilmesine yardımcı olmak demek. Sen hocayla görmesini sağlayacaksın. Ondan sonra bakalım, kendisi ne görüyor.

Felsefenin yararı: Teşhiste isabet

Tahammülsüz, birbiri üzerinde tahakküm kurmak isteyen acımasız bir toplum olduk. Bu noktaya nasıl geldik?

Yanlış özgürlük anlayışı diyorum. Özgürlük çok önemli ama doğru anlamak şartıyla. Etik özgürlükten bahsediyorum. Özgürlüğü yanlış anlıyoruz ve bu hale geliyoruz: “Anything goes” (Her şey serbest, kural yok). Değer farkı yok demek istiyor bununla. Oysa var. Etik değer farkı var yaptıklarımızda. Hakla çıkar karıştırılıyor. Uluslararası Felsefe Kuruluşları Başkanı olduğumdan beri her yıl Dünya Felsefe Günü’nde bir mesaj yayınlıyorum. Bu sefer de çıkarla hak arasındaki farkı yazdım. Bir sürü problemin temelinde bu var: Çıkarlarımızı hak diye görüyoruz. Hak ne, çıkar ne? Hak ve çıkarlarımızı koruyoruz. Kişisel ilişkilerde de böyle, devletler arası ilişkilerde de. Bir şey haksa çıkar değildir. Çıkarsa hak değildir. Felsefenin kavram analizi yapmasını beklediğimiz böyle şeylerdir. O zaman açık düşünebilirsin, teşhisleri daha isabetli yapabilirsin.

“Yapmamam gerektiği halde yaptığım tek şey sigara içmekti”

Bir gününüz nasıl geçiyor?

Sormayın, ben de bilmiyorum.

Belli bir yaşın üzerindesiniz, uzun bir ömür yaşamak nasıl bir şey? “Nasıl geçti bunca zaman anlamadım” diyor musunuz?

Ben onu demiyorum. “Bu hafta nasıl geçti anlamıyorum” diyorum. Ne fark var ikisi arasında? Birisi kendiyle bir hesaplaşma sorusudur. Sen bu hayatı nasıl geçirdin? Kendinle aran nasıl? Öbürü farklı. Bu hafta nasıl geçti?

O zaman soruyu düzelteyim. Kendinizle hesaplaştığınız anlar oluyor mu? Keşke yapmasaydım ya da iyi ki yapmışım dediğiniz anlar oluyor mu?

Hayır yok, hiç yok. Hayatımda, yapmamam gereken ve bile bile yaptığım tek şey sigara içmekti!

Hâlâ içiyor musunuz?

İçmiyorum ama 40 yıl içtim. Şimdi fena şeyler oluyor tabii. Onun için kimseye “Sigara içme” demeye yüzüm yok.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder