Sorguluyorum o halde varım
Judith Butler / The New York Times
Kim olduğunu sanıyorsun?” Bu soru bana ilk kez suçlama biçiminde yöneltilmişti. Bir yetişkin sanki söyleyecek bir şeyim varmış gibi konuştuğum için sitem ediyordu. Kim olduğum ya da kim olduğumu sandığım sorusunu bana ilk kez soran kişi, her kim olduğumu düşünüyorsam muhakkak yanıldığımı gösterme peşindeydi.
Genellikle karşılık verdiğim için azarlanıyordum. Bir gencin otoritelerin söylediklerini, bunu söyleme özgürlüğüne neden sahip olduklarını, bazı beyanların neden sadece kendi üstünlük duygularından taşıp geldiğini sorgulamasına “karşılık vermek” deniyordu.
Uzun zaman “Ben kimim?” sorusunu her sorduğumda kendi sesimin yankısı olan o şüpheci ve cezalandırıcı öteki ses sözümü kesiyordu. Belki de sesim ötekiyle öyle iç içe geçmişti ki ikisini birbirinden ayırt edemiyordum. Ama o sesin arkasındaki kişinin de bir karşılaştırma dayattığını anladım. Kendisinin cezasız kalmayı hak eden biri olduğunu, benimse öyle olmadığımı iddia ediyordu. Çocuklar bir bakıma sosyal kuramcılardır. Karşılaştırma yapıldığını fark eder etmez ben de bir teori geliştirdim. İki insan sınıfı vardı. İlki kendisinin bir şey olduğunu düşünme yetkisine sahipti. Diğer grup ise onlarla eşitlik varsayımında bulunmakla yanılıyordu. Bu soruyu soran yetişkin aslında soru sormuyor, benim konuşma ve sorgulama hakkına sahip bir kişi olma duygumun içini boşaltıyordu. Sorunun içinde cevap beklentisi yoktu. Benim çenemi kapatmanın bir yoluydu.
Beşeri bilimler üzerine çalıştıkça bu sorunun açık bir sorgulama örneği olmadığını ve soruların yeni soruları susturmaktan başka amaçlara da hizmet edebileceğini anladım. Ancak ne kadar bilgili birine dönüşürsem dönüşeyim aynı soru olduğu yerde duruyordu: Kim olduğumu sanıyordum? Muhtemelen benim dışımdaki sebepler yüzünden hiçbir zaman bunu yanıtlayacak bir konuma gelememiştim.
Bu soru ilk kez benliğe karşı bir iddianame veya bir sansür biçimi olarak sorulunca kişinin kendisine sorduğu başka soruları da bulandırıyor: Kim konuşuyor? Bu soruyu kim soruyor? Kim olduğunu biliyor muyuz? Bilebilir miyiz? Tuhaf bir şekilde, sorularım kim olduğumu düşündüğüme dair bir iddia olarak görüldüğü için soru biçiminin içinde benden bir şeyler olduğu açıkça ayırt edilebiliyordu. Belki de ben soru biçiminde vardım! Ama soru mantıksız kabul edilse bile bu benim hakkımda ne söylüyordu? Sanki sorduğum sorularda beliren bendim: Descartes’ın ünlü sözünü biraz değiştirmek gerekirse, “Sorguluyorum, o halde varım” diyordum.
Annemle babam, öğretmenlerim veya bir haham belki de bu çıkışlarımla onların konuşma hakkına itiraz ettiğimi düşünüyordu. Bu yüzden benim hakkımı yok ettiler. Ama bence onları beni susturmaya iten, eşitliğe karşı direnmeleriydi. Ya da belki de yıkıcı eleştiriden duydukları derin korkuydu.
Kimin kime ihtiyacı var?
Geriye dönüp bakınca hâlâ bilmiyorum: Var olma hakkına sahip olmadığımı, bu hakkı soru biçiminde ifade etmemem gerektiğini düşünen ben miydim yoksa ötekiler miydi? Kim olursam olayım asla onlarla eşit olamayacağımı bilmem için bana ihtiyaç duyan ben miydim yoksa onlar mıydı? Ortada duran bu soru, toplumsallığın temel anlamının tehlikelerini ve vaatlerini bize gösteriyor.
Bugünün sınıflarında karşılık vermek norm haline geldi. Kimse otoriteye itiraz etmezse ders başarısız sayılıyor. Soruları açık uçlu bırakmak önemli. Eğer onları çok çabuk susturursak bu da başka bir başarısızlık olur. Ne de olsa soru sormak gençler için hâlâ eşit ve özgür var olma mücadelesinin yollarından biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder