10 Ekim 2019 Perşembe

EVREN NEREDEN ÇIKTI?



... Yaklaşık on iki milyar yıl önce hayal etmesi imkânsız bir patlama meydana geldi. İnanılmaz hızlarda dışa doğru genişleyen bu felaket patlaması uzayı, enerjiyi, maddeyi ve hatta zamanın kendisini doğurdu. Etrafımızda gördüğümüz evren bu Büyük Patlamanın enkazıdır.
Fakat Büyük Patlama neden oldu? Evreni ne meydana getirdi? Büyük Patlamanın ardında ne yatıyor?
Sahne: Mathers bir teolog, Figgerson ise bir fizikçi ve büyük Oxford kolejlerinden birinde birlikte ders veriyorlar. İkisi de felsefi tartış­malarda bulunmayı çok seviyor. Akşam yemeği için yemekhanenin öğretmenler masasına henüz oturmuşlar.
Figgerson: Bu akşam hangi felsefi gizemi tartışalım?
Mathers: Evrenin kökenini düşünüyordum. Belki bunu tartışabiliriz?
Figgerson: Neden olmasın? Ama burada çok az gizem var. Biz bilim insanları bu özel muammayı çözdük. Sana evrenin yaklaşık olarak on iki milyar yıl önce oluştuğunu söyleyebilirim. Uzay, enerji, madde, hatta zamanın kendisi bile “Büyük Patlama” adını verdiğimiz devasa bir patlamayla başladı.
Mathers: Bunun doğru olduğuna şüphe yok. Ama burada bir gi­zem olmadığı konusunda hatalısın. Büyük Patlamanın olduğunu biliyoruz. Benim sana sorum şu: Neden oldu?
Figgerson: Sorunu anladığımdan emin değilim.
Mathers: Demek istediğim şu: Evrenin var olmasına ne neden oldu? Bu nereden geldi? Neden burada? Hiçbir şey olmayacakken neden bir şey var?
Figgerson: Hiçbir şey olmayacakken neden herhangi bir şey var mı demek istiyorsun?
Mathers: Evet. Bu kesinlikle bir gizem.

... Mathers’m ortaya koyduğu bulmaca belki de var olan en derin ve en yoğun gizem. Geleneksel yaklaşım tam da Mathers’m şimdi önerdiği gibi Tanrının varlığını ortaya sürmektir.

Mathers: Bana kalırsa tek bir olası çözüm var: Tanrı. Evrenin va­roluşuna Tanrı neden olmuş olmalı.
Figgerson: Ah, evet Tanrı. Bu konuşmaya Tanrıyı ne zaman dâhil edeceğini merak etmeye başlamıştım.
Mathers: Ama elbette ki bu noktada Tanrıyı kabul etmeliyiz. Bak, biz bu yemek odasına girdiğimizde burada iki sandalye bulduk. Şimdi bunların hiçbir neden yokken öylesine or­taya çıktıklarını düşünmek absürt olurdu, değil mi? Bu sandalyelerin var oluşlarının kesinlikle bir nedeni olmalı. Buna katılmıyor musun?
Figgerson: Evet.
Mathers: Benzer biçimde evren de öyle. Hiçbir neden olmadan birden var olması akla uygun değil. Onun da bir nedeni olmalı. Öyleyse evrenin nedeni olarak Tanrı var olmalı.

... Mathers’m iddiasına neden argümanı diyelim. Bu genellikle kozmo­lojik argüman olarak bilinen tartışmaların bir örneğidir. Kozmolojik argümanlar iki gözlemle başlar: Evren vardır ve etrafımızda bulu­nan olaylar ve varlıkların da her zaman bir nedeni veya açıklaması vardır. Sonrasında, tartışma evrenin de bir nedeni veya açıklaması olduğuna ve Tanrının tek olası (en azından en muhtemel) aday ol­duğu sonucuna varır.
TANRI’YA NE NEDEN OLDU?
... Neden-sonuç tartışması kesinlikle ilk izlenime göre değerlendirilir. Özellikle on üçüncü yüzyıl teologu ve filozofu St. Thomas Aquinas (1225-74) ile ilişkilendirilir. Aquinas Tanrının varlığına dair beş ar­güman oluşturdu, bunlardan İkincisi de neden argümanıdır. Ama ne yazık ki bu kusurlu bir argüman. Figgerson nedenini açıklıyor,

Figgerson: Ben ikna olmadım. Bildiğin gibi Tanrıya inanmıyorum. Ama tartışmanın selameti için Tanrının var olduğunu kabul edelim. Onu evrenin varlığının nedeni olarak gün­deme getirmen en nihayetinde başladığımız gizemi ortadan kaldırmaya yetmiyor.
Mathers: Nedenini anlayamadım.
Figgerson: Peki o zaman sana sorayım, Tanrının varolmasına ne neden oldu? Bir şeyin nedensiz var olmasını düşünmenin absürt olduğunu söyledin. Sandalyeler hakkında söylediklerin gibi bir neden olmadan öylesine var olmuş olamazlar. O halde Tanrının varoluşu için de bir nedenin olması gerekir.
Mathers: Şey, Tanrı her şeyin var olmak için bir nedeni olması ge­rektiği kuralının istisnasıdır. Tanrı diğer şeyleri yöneten kuralların etkili olmadığı üstün varlıktır. Evrenin varo­luşunun nedene ihtiyacı var. Tanrının varoluşunun ise yok.
Figgerson: Ama her şeyin var olmak için bir nedene sahip olduğu kuralına bir istisna yapacaksan neden istisnayı evren ile yapmıyorsun? Neden evrene ek olarak daha ileri bir var­lığın -Tanrı- varoluşunu ileri sürüyorsun?
Figgerson: Anladığımdan emin değilim.
Mathers: Her şeyin bir nedeni olduğunu iddia ediyorsun. Sonra Tanrı yı bu kurala istisna olarak gösteriyorsun. Ama neden Büyük Patlamayı kurala istisna olarak kabul etmiyorsun? Ekstra bir bağlantı olarak bu zincirin başlangıcına Tanrı yı eklemek için ne gibi nedenlerin var? Bana hiçbir şey sun­madın. Ama bana Tanrının var olduğunu düşünmem için hiçbir neden vermedin.

... Figgerson’ın belirttiği gibi bu neden argümanının en belirgin kusuru -aynı zamanda filozof David Hume (1711-76) tarafından belirtilen kusur- bir çelişki içermesidir. Tartışma her şeyin bir nedeni olduğu önkabulünü getirir ama sonra Tanrının bir nedeni olmadığı iddiası bununla çelişir. Evrenin nedeni olarak bir Tanrıyı kabul edeceksek ilk Tanrının nedeni olarak bir ikinci Tanrıyı ve İkincinin nedeni olarak da bir üçüncü Tanrıyı kabul etmeliyiz ve bunun bir sonu yoktur, sonsuza kadar bu şekilde devam eder. Bu nedenle sınırsız sayıda Tanrı olduğunu kabul etmeliyiz. Ya bunu kabul edeceğiz ya da kendi nedeni olmayan bağımsız bir nedende duracağız. Ama bir yerde durmamız gerekiyorsa neden Büyük Patlamanın kendisinde durmuyoruz? Tek bir Tanrıyı bile gündeme getirmenin nedeni ne?
Elbette birileri sınırsız Tanrılar zincirini kabul etmeye istekli olabilir. Ama böyle bir zincir yine de başladığımız gizemi ortadan kaldırmazdı. O zaman şu soru ortaya çıkardı: Hiç zincir olmaması yerine neden böyle bir sınırsız Tanrılar zinciri var?
İşte benzer bir kötü nedensel açıklama. İnsanlar dünyanın ne üzerinde durduğu sorusuna bir cevap aradıklarında, kimileri dün­yaya büyük bir yaratığın -bir filin- destek olduğu fikrini ortaya attı.
Ama o zaman da şu soru ortaya çıkar: Dünya bir fil tarafından tutuluyorsa, o zaman fili ne tutuyor. İkinci bir canlının -devasa bir kaplumbağanın-fili tuttuğu fikri ortaya atılır. Bu insanlar kaplum­bağada durmaya karar veriyorlar. Ama neden orada duralım? Elbette asıl olarak uğraştıkları soru -neden bir şeyler bir şeyleri tutuyor sorusu- hâlâ cevaplanmamıştır. Aslında bu nedenleri kendi mantığı içinde takip edersek sonunda dünya üst üste dizilmiş devasa yara­tıklar -sınırsız sayıda yaratık- kulesinin üzerine oturtulmuş olur.
Ama bunu yapmadılar. Kaplumbağa ile durdular. Ama kap­lumbağanın desteğe ihtiyacı olmadığı iddia edilebiliyorsa neden dünyanın desteğe ihtiyacı olmadığını söyleyip öyle bırakmıyoruz? Neden destekleyen herhangi bir yaratığa ihtiyaç var? Yok.
Zayıf bir argüman olmasına rağmen neden argümanı her zaman popüler olmuştur. Aslında neden Tanrının var olduğunu varsaydık­larına dair bir neden sunmaları istendiğinde Tanrıya inananların ilk başvurduğu argüman neden argümanıdır. Tanrıyı neyin yarattığı sorusu görmezden gelinir.KUZEY KUTBU’NUN KUZEYİNDE NE VAR?
... Figgerson ve Mathers birbirlerini daha da çileden çıkararak tartışmaya devam ettiler. Figgerson sonunda Mathers’ın oldukça sinirlenmesine yol açarak onun ilk sorusunun -evrene ne neden oldu?- mantıklı bile olmayabileceğini söyledi.

Figgerson: Bak, bu sandalye, o dağ veya bu ağacın var olmasına neyin neden olduğunu sormak mantıklı gibi görünmesine rağ­men bir bütün olarak evrenin var olmasına neyin neden olduğunu sormak kesinlikle mantıksız.
Mathers: Hımm. Sorumun mantıklı olmadığını söylüyorsun. Peki, mantıklı olmadığını söylemek için ne gibi nedenlerin var? Önerini açıkla.
Figgerson: Peki o zaman. Bence bir şeyin nedenini sormak evrenin içinde başka hangi şeylerin buna sebep olduğunu sormaktır. Örneğin şu dışarıdaki ağacın var olmasına neyin neden olduğunu sorduğumda sana evren içindeki başka hangi şeyin veya olayın bu ağacın var olmasına neden olduğunu soruyorum. Birisi oraya bir palamut ekmiş olabilir veya bir başkası bu pencereden görünen manzarayı güzelleştirmek için bir ağacı buraya taşımış olabilir. Ama eğer bir şeyin nedenini sormak ona neden olan evren içindeki bir diğer şeyi sormak ise o zaman bir bütün olarak evrenin nedenini sormak mantıklı değildir. Bu, sorunun anlamlı biçimde sorulabileceği içeriğin dışında nedenler aramak olurdu.
 Mathers: Anladığımdan emin değilim.
 Figgerson: Pekâlâ, öyleyse benzer bir örnekle açıklamaya çalışayım.
Sana İngiltere’nin kuzeyinde ne olduğunu sorduğumu varsayalım. Ne derdin?
Mathers: İskoçya.
Figgerson: Peki İskoçya’nın kuzeyinde ne var?
Mathers: İzlanda.
Figgerson: Ve İzlanda’nın kuzeyinde?
Mathers: Kuzey Kutup Dairesi.
Figgerson: Ve Kuzey Kutup Dairesinin kuzeyinde?
Mathers: Kuzey Kutbu.
Figgerson: Kuzey Kutbunun kuzeyinde?
Mathers: Aa. Ne demek istiyorsun?
 Figgerson: İngiltere’nin kuzeyinde ve İskoçya’mn kuzeyinde ve İzlanda’nın kuzeyinde bir şey varsa o zaman kesin­likle Kuzey Kutbunun da kuzeyinde bir şey vardır.
 Mathers: Aklın karışmış. “Kuzey’in ne anlama geldiğini bilmiyor musun? Sorun mantıklı değil. Kuzey Kutbunun kuzeyinde olan bir şeyle ilgili konuşmak mantıklı değil. Bir şeyin, bir şeyin kuzeyinde olduğunu söylemek diğer şeye göre Kuzey Kutbuna daha yakın demektir. Ama o zaman Kuzey Kutbunun kuze­yindeki bir şeyle ilgili konuşmak mantıklı olamaz, değil mi?
Figgerson: İşte! Demek benim sorum mantıksız. Öyleyse, senin ev­renin nedeniyle ilgili sorduğun soru da mantıksız.
Mathers: Nasıl oluyor?
Figgerson: İnsan depremin nedenini sorabilir. Depremin nedeninin nedenini sorabilir ve bu böyle devam eder. İnsan isterse bu nedenler zincirini Büyük Patlamaya kadar takip edebilir. Ama ondan sonra, peki ya Büyük Patlama ya ne neden oldu diye sormak mantıklı değildir. Bu aynı Kuzey Kutbunun kuzeyinde ne var diye sormak gibidir. Bu, bağlam dışında sorulan bir soru olurdu ve hiçbir anlamı olmazdı.

Yine de Mathers’ın belirttiği gibi evrenin kökeni ile ilgili sorusu hâlâ ikna edici görünüyor.

 Mathers: Ama benim sorum mantıklı görünüyor, değil mi? Ve bana öyle geliyor,ki evrenin kendisi hakkında nedenlerle ilgili sorunun meşru bir şekilde sorulamayacağını doğru düzgün açıklayamadın.
Figgerson: Neden?
Mathers: Görünüşe göre, eğer normalde belirli bir bağlam dışında soru sormuyorsak, o zaman bu bağlamın dışında man­tıklı bir soru sorulamayacağını düşünüyorsun. Ama id­dian temelsiz. İşte bir karşı örnek. Sanırım tarihin uzun dönemleri boyunca insanoğlunun sadece pratik sorular, yani bilmemizin bizim için faydalı olacağı sorular sor­duğunu düşünmek mantıklı. Örneğin, hiç şüphe yok ki bitkilerin nasıl büyüdüğünü, mevsimlerin gelip geçme­sine neyin neden olduğunu, fırtına ve hastalıklara neyin neden olduğunu ve bunun gibi şeyleri bilmek istedik. Bu şeylerin nedenlerini bilmek istedik çünkü bunlar bizim günlük hayatlarımızı etkiliyor. Muhtemelen bizim için pratik geçerliliği olmayan sorular sormakla ilgili değildik. Örneğin kendimize gökyüzünün neden mavi olduğunu sorma zahmetine girmedik. Ama normalde pratik olmayan sorular sormamış olmamız, bu tür soruların soruldukları zaman mantıksız olacakları anlamına gelmez. Elbette ken­dimize gökyüzünün neden mavi olduğunu hiç sormamış olsak da, sormuş da olabilirdik ve eğer sormuş olsaydık sorumuz kesinlikle mantıklı olurdu.
 Figgerson: Sanırım olurdu.
Mathers: Bunu kabul ettiğin için teşekkürler. Ama o zaman ne­den evrene neyin neden olduğunu sormanın mantıksız olduğunu düşünüyorsun? Normalde bu soruyu sormuyor oluşumuz saçma olduğu anlamına gelmez. Aslında senin Kuzey Kutbunun kuzeyinde ne var sorunun aksine be­nim soruma cevap verilmesi zor olsa bile son derece açık biçimde mantıklı geliyor.
 Figgerson: Hımm. Belki de senin sorun mantıklıdır.
Mathers: İşte! Bu durumda, bilmek istediğim şey şu: Evreni Tanrı var etmediyse ne var etti?
Figgerson düşünceli düşünceli kremalı tatlısına baktı. Sonra bakış­larını aşağıda toplu halde yemek yiyen öğrencilere çevirdi.

Figgerson: Belki de hiçbir şey evrenin var olmasına neden olmadı.Belki varlığı sadece bir yalın gerçektir. Sonuçta biz fizikçiler bazı şeylerin sadece yalın gerçek olduğunu ve açıklanamaz olduklarını kabul etmeye meyilliyizdir. Çoğu zaman bir yasanın geçerlilik nedenini diğeri ile açıklarız. Örneğin suyu oluşturan atom ve molekülleri yöneten yasa ile suyun neden sıfır santigrat derecede donduğunu açıklayabiliriz. Ancak çok az kişi bu sürecin sonsuza kadar gideceğini varsayar. Muhtemelen birileri eninde sonunda diğer yasa­larla veya o yasaların koşullarıyla açıklanmayan bir yasa ile karşılaşacaktır. Bu temel yasaların geçerli olması yalın gerçektir. Ve en azından bazı yalın gerçeklerin olduğunu kabul edeceksek niçin evrenin varlığını da bir neden veya açıklama gerektirmeyen bir yalın gerçek olarak kabul et­miyoruz?
Mathers: Bana öyle geliyor ki evrenin varlığı senin önerdiğin gibi bir yalın gerçek olamaz. Evrenin hiçbir neden yokken birden var olduğuna inanmak mantıklı gelmiyor. Büyük Patlama herhalde öylesine olmadı? Olmasının bir nedeni olmalı.

Figgerson sanki cevap arar gibi pudingini dikkatle inceliyor. Gittikçe yayılan tatlıyı, devasa bir puding galaksisindeki yıldızlar gibi yavaşça dışarı doğru dağılan kuş üzümleri izliyor.

Figgerson kaşlarını çatıyor. Bunu itiraf etmekten nefret ediyor ama Mathers haklı gibi görünüyor.

Figgerson: Söylemeliyim ki benim de kafam karıştı. Büyük Patlamanın hiçbir neden yokken olduğunu söylemek bana da yetersiz geliyor. Ve dahası söyleyecek başka bir şey yok gibi görü­nüyor. Neden hiçbir şey yerine her şey var?
Mathers: Cevap Tanrı.
Figgerson: Ama zaten gördüğümüz gibi bu cevap her şeyi açıklamıyor. Mathers: Peki Tanrı değilse evrenin varoluşunu ne açıklıyor?
Figgerson: Bu bir gizem.

Sonuç
Görünen o ki evrenin nihai nedeni veya kökeni nedir sorusuna gel­diğimizde bizim için dört olası seçenek var. Bunlar şunlardır:
1.          Soruya evrenin bir nedenini tanımlayarak cevap vermek.
2.          Evrenin bir nedeni olsa bile bunu bilemeyeceğimizi veya en azından şimdilik bilmediğimizi iddia etmek.
3.          Evrenin belki de bir nedeninin olmadığını, varoluşunun sadece yalın bir gerçek olduğunu iddia etmek.
4.          Sorunun mantıklı olduğunu inkâr etmek.

Sorun şu ki, derinlemesine bir inceleme yapıldığında yukarıdaki dört seçenekten hiçbiri tatmin edici görünmüyor. İlk seçeneğin zorluğu şu: Birileri evrenin nedeni veya kökeni olarak Tanrıyı veya bir başka şeyi gösterir göstermez bu kişinin başvurduğu “bir şey” bir neden veya açıklama ihtiyacının yeni odağı oluyor. Bu yüzden bu tür bir cevap asla yeterli olamaz. Nihai kökenlerle ilgili sorulara cevap ver­mek yerine sadece bunu halının altına süpürürüz. İkinci seçenekle ilgili zorluk ise yine birisi evrenin kökeni olarak bilinmeyen nedeni gösterdiğinde şu sorunun ortaya çıkması: Bilinmeyen nedenin ne­deni nedir? Yani gizem sadece ertelenir. Evrenin bir nedeni olmadığı iddiası yine tatmin edici görünmemektedir - evrenin gerçekten bir neden olmadan öylesine ortaya çıktığını düşünmek mantıklı mıdır? Kesinlikle hayır. Ve dördüncü ve son neden de aynı biçimde mantıksız görünmektedir - açıkça hiç kimse evrenin kökeni üzerine sorunun neden mantıksız olduğunu kanıtlamak için tartışma götürmez bir neden sunamamıştır.
Hiçbir açıklama kabul edilebilir gö­rünmediğine göre, evrenin nihai kökeni ile ilgili soru da bir kenara konmalı veya görmezden gelinmelidir. Bu felsefi gizem de bu yüzden bu kadar kafa karıştırıcı kalmaya devam etmektedir. Bu durumda, görünen o ki evrenin nihai kökeni üze­rine sorulan soru ne cevaplanabilir ne de mantıklı gösterilebilir.

Kaynak: Stephan Law, Felsefe Jimnastiği, Pegasus Yayınları, 2016


FELSEFE NEDİR?



    Hiç evrenin nereden geldiğini merak ettiniz mi? Bir makinenin düşünüp düşünemeyeceğini? Zaman yolculuğunun mümkün olup olmadığını? Çocukları genetik olarak tasarlamanın ahlaki olup olmadığını? Eğer bu tür konular hakkında düşündüyseniz bir filozof gibi düşünmeye zaten başlamışsınız demektir.
Felsefe tam olarak nedir? Felsefe belirli sorularla uğraşır. Bu sorularla ilgili fark edilecek ilk şey bunların bilim tarafından cevaplandırılamayacakmış gibi görünmesine neden olan bir derinliğe sahip olmalarıdır.
Bu kitapta ilk ele alman en derin felsefi gizemlerden biri şudur: Hiçbir şey yerine neden bir şey var? Evren ve hatta her şey neden var? Bir astrofizikçi bize evrenin Büyük Patlamayla başladığını söyleyebilir. Ama bu sadece gizemi erteliyor. O zaman soru şu hale geliyor: Peki Büyük Patlama neden oldu? Bilim insanlarının hiçbir şeyin olmaması yerine bir şeylerin olmasını açıklamak için öne sürdükleri her şeyin kendisinin bir açıklamaya ihtiyacı var. Bilim bir şeyin neden var olduğu gizemini çözemez.
Ahlaki sorular da bilimin cevap veremeyeceği önemli sorulardır. Mesela çocuklarımızı genetik olarak tasarlayacak mıyız sorusunu ele alalım. Bilim bir gün bunu yapmamızı sağlayabilir. Ama bunu yapmamız gerekip gerekmediğini söyleyemez.
Filozoflar, bilimin bize cevap verebileceği noktanın ötesinde derinlikleri olan sorularla uğraşırlar.
Doğru, bu soruları sadece felsefe ele almıyor. Din de çoğuna cevaplar sunuyor. Dinler tipik olarak evrenin varlığı gibi konuları açıklamaya çalışır ve bunları Tanrının yarattığını iddia ederler. Ve birçok durumda ahlaki emirler ortaya koyarlar. Örneğin Kutsal Kitap’ta çalmayı, öldürmeyi ve eş cinselliği mahkum eden bölümler vardır.
Peki din ve felsefe nerede ayrılır? Felsefenin kendisini dinden ayıran özelliklerinden biri esasen rasyonel bir girişim olmasıdır. Filozoflar bu sorulara verdikleri cevapları açıklamakla ilgilenirler. Dinse cevap vermeye çalışır ama bunları kabul etmeniz için mantıklı bir kanıt sunmaya çalışmaz. Cevaplar genellikle dini bir otorite tarafından verilir ve inancınız doğrultusunda bunu kabul etmeniz beklenir. Din ve felsefenin ayrıldığı nokta budur.
Bir şey hakkında felsefi bir konum almak kolaydır. Bana evrenin nereden geldiğini sorarsanız, ben de Duffy adında büyük sarı bir muz tarafından yaratıldığını iddia edebilirim. İşin özü elbette bu cevabın gerçekten doğru olduğunu destekleyecek deliller sunmakta. Batı geleneğinde, bunu haklı çıkarana kadar kimse kimsenin felsefi bakış açışı ile ilgilenmez. Evrenin Duffy adında büyük sarı bir muz tarafından yaratıldığına dair kanıtlar sunmadan hiçbir filozof beni ciddiye almaz. Ve oldukça da haklıdırlar.
Bazen insanlar felsefenin günlük hayatla ne gibi bir ilgisi olduğunu soruyorlar. Belki de düşündüklerinden daha fazla ilgilidir.
Hiç felsefe okumamış ve hatta hiç duymamış olsak da hepimi­zin birçok felsefi görüşü vardır. Örneğin fiziksel cisimlerin, kimse onları deneyimlemese bile varolmaya devam edecekleri inanışını ele alalım. Bu hepimizin paylaştığı bir inançtır. Ancak buna rağmen bu felsefi inanç, on sekizinci yüzyıl filozofu George Berkeley’in karşı çıktığı bir inançtır.
Diğer örnekleri bulmak zor değil. Ölümden sonraki hayata inanmak felsefi bir inançtır. Ölümün son olmadığı inancı da öyle. Çoğunluğumuz ahlakın sadece sübjektif bir tercih meselesi olmadığına inanıyor. Bebek öldürmenin yanlış olduğuna inanıyoruz, nokta. Bu sadece bizim için yanlış değil, aksini düşünen herkes için de doğru. Yine bu da felsefi bir inanç. Ve elbette ateizm ve Tanrıya inanmak da felsefi birer inançtır.
Açıkça bu inançların günlük hayata doğrudan bir etkisi vardır. Örneğin reenkarnasyona inanan birisini ele alalım. Reenkarnasyona inanmayan bir insandan farklı bir varoluş sürdürecektir. Örneğin ölümden daha az korkabilirler. Ve ahlakın sadece sübjektif bir tercih meselesi olduğuna inanan biri bununla kurtulabileceğini düşünüyorsa çalması ve aldatması daha kolaydır. Felsefi tavırlarımız hayatlarımızı şekillendirmede temel bir rol oynar.
Felsefe sayısız pratik soruda özellikle neler yapmamız ve yapma­mamız gerektiği konularında da yardımcı olabilir. İlerleyen bölüm­lerde birçok sağlam örnek var. Bir yapışık ikizin hayatını diğerini kurtarmak için feda etmek doğru mu? Eşcinsel seks ahlaki açıdan hoş görülebilir mi? Çocuklar dini okullara gönderilmeli mi? Et yemek etik olarak doğru mudur? Tüm soruların biraz felsefi düşünceyle nasıl aydınlandığını keşfedeceksiniz.
Felsefe, günlük hayatla doğrudan ilgisi yokmuş gibi görünse de yine de değerlidir.
Çoğumuz hayatımızı daracık bir endişeler yumağı içinde yaşarız. Ev kredisini nasıl ödeyeceğimiz, yeni bir araba alıp almayacağımız, akşam yemeği için ne pişireceğimiz için endişeleniriz. Felsefi ola­rak düşünmeye başladığımızda bir adım geri atar ve büyük resme bakarız. Daha önce doğal karşılayarak kanıksadığımız şeyleri in­celemeye başlarız.
Geriye hiç adım atmamış olanların -hiç sorgulanmamış hayatlar yaşayanların- sadece sığ olduklarına değil, aynı zamanda potansi­yel olarak tehlikeli olduklarına da inanıyorum. Yirminci yüzyılın en büyük derslerinden biri insanların ne kadar “medeni” olurlarsa olsunlar ahlaki koyun olma eğiliminde olduklarıdır. Maalesef etrafımızdakiler tarafından sağlanan ahlaki liderliği sorgulamadan izlemeye meyilliyiz. Nazi Almanyasından Ruandaya, akıntıyla birlikte körlemesine giden insanları bulabilirsiniz.
Küçük bir felsefi eğitimin bir avantajı da bağımsız bir biçimde düşünme ve diğer insanların doğal karşıladığı şeyleri sorgulama bece­risini kazandırmasıdır. Ayrıca ahlaki bir duruş gösterme cesaretinizi desteklemesidir. Filozof Profesör Jonathan Glover’ın Guardian’daki röportajında belirttiği gibi:
“Nazi yönetiminde Yahudileri koruyan insanlara bakarsanız onlarla ilgili birkaç şey bulursunuz. Bunlardan biri, ortalama bir insandan farklı bir şekilde büyütülmüş olmalarıdır; oto­riter bir anlayışla yetiştirilmemişlerdir. Diğer insanlara karşı empati kurma ve kendilerine söyleneni doğrudan yapmak yerine olayları tartışma eğilimindedirler.”
Ve Glover ekliyor: “İnsanlara rasyonel ve eleştirel düşünmeyi öğretmek insanların yanlış ideolojilere olan duyarlılıklarında bir değişiklik yaratabilir.”
Kuşkusuz, eleştirel düşünmesi için cesaretlendirilmiş birinin bu tarz tehlikelerden kaçınacağının bir garantisi yoktur. Ancak, Glover gibi ben de en büyük riskin özgürce eleştirel düşünenlerin topluluğundan değil düşünmeyen ahlak koyunu topluluklarından geleceğine inanıyorum.
 Aynı zamanda büyük sorular üzerine biraz titiz düşünme ile gelişecek becerilerin oldukça aktarılabilir olduklarını keşfedeceksiniz, ister o ikinci el arabayı alıp almayacağınızı ister banyoyu fayans kaplatıp kaplatmayacağınızı isterseniz kime oy vereceğinizi düşünün, kısa bir görüş oluşturma, karmaşık bir neden hattını izleme veya mantıksal bir hatayı belirleyebilme becerisi her zaman işe yarar. En azından bu tür beceriler kurnaz araba satıcıları, dini tarikatlar, sağlık şarlatanları ve diğer her derde deva ilaç satıcılarının hilelerine karşı ömür boyu bağışıklık sağlar.
Günlük yaşamla alakasız olmaması bir yana, felsefenin geliştir­diği düşünceli tavır ve beceriler hayatı zenginleştirir.

Kaynak: Stephan Law, Felsefe Jimnastiği, Pegasus Yayınları, 2016