XVII. FASIL:
DEVLETİN TAVIRLARI, HALLERİNİN DEĞİŞMESİ
XVII. FASIL:
DEVLETİN TAVIRLARI, HALLERİNİN DEĞİŞMESİ
Bilmek gerekir ki, bir devlet muhtelif
tavırlardan ve yenilenen bir takım hallerden geçer. Devleti ayakta tutanlar
her tavırda, o tavrın hallerinden bir takım huylar ve karakterler kazanırlar
ki, diğer bir tavırda onun misli bulunmaz. Çünkü karakterdeki hususiyet,
tabiatiyle içinde bulunduğu halin mizacına tâbidir. Devletteki haller ve
tavırlar ekseriya beşi geçmez.
Birinci tavır: Zafer, galibiyet ve
istila dönemi: Zafere ulaşma, müdafaa vaziyetinde olana galip gelme, mülkü
istilâ etme ve onu kendinden evvelki devletin elinden çekip alma tavrıdır. Bu
tavırda; mecd ve şan kazanma, vergi toplamak, memleketini savunmak ve
bölgesini korumak konusunda devletin sahibi, kavmine örnektir. Onlar olmadan,
tek başına bir şey yapmaz. Zira galebenin ve zaferin husulüne esas teşkil eden
asabiyetin gereği budur ve asabiyet henüz hali üzere bulunmaya devam
etmektedir.
İkinci tavır: İstibdat ve infirat
dönemi: Devlet sahibinin, kavmini bir tarafa bırakarak idareyi ele aldığı
ve onlarsız mülkte infirat ettiği, onların yönetime ortak olma ve katılma
girişimlerini dizginlediği tavırdır. Bu tavırda devletin başındaki şahıs,
kendine taraftar olan adamlar toplamaya, azatlılar ve devşirmeler edinmeye ve bunları artırmaya önem verir. Kendi
sehiminin misline sahip oldukları için mülk hususunda zararlı olan ve
kendisiyle aynı nesebi paylaşan aşiretinin ve asabiyet mensuplarının
burunlarını sürttürmek için böyle hareket eder. Devletin sahibi ve başı,
kavmine karşı hâkimiyetini savunur, hâkimiyete giden yollardan onları
uzaklaştırır, hâkimiyet ellerine geçmesin diye onları izleri üzerine geri
çevirir. Böylece hükümranlığın kendi nisabında karar kılmasını, tesis ettiği
mecde ve şana, hanesi ve ailesi mensuplarının tek başına sahip olmalarını temin
eder. Hâkimiyetin talep ve tesisi yolunda evvelkilerin (ve önceki atalarının)
karşılaşmış oldukları gibi hatta ondan daha zor sıkıntılara, asabiyetinden
olanlara karşı mücadele ederken, onlarla boğuşurken ve onları iktidardan
defederken katlanır, bu yolda çok çetin ve daha fazla zorluklara göğüs germek
mecburiyetinde kalır. Zira evvelkiler, mülkü yabancılara karşı savunmuşlar, bu
konuda ecnebilerle mücadele etmişlerdi. Verdikleri mücadele ve müdafaa işinde
de asabiyet sahipleri toptan ona arka çıkmışlardı. Şimdi kendisi ise hâkimiyet
hususunda yakınlarına karşı mücadele vermekte, onlara karşı mücadelesini yürütürken, uzak ve yabancı olanlardan pek az kimse
ona destek olmakta, işte bunun için de cidden zor bir işe teşebbüs etmiş
bulunmaktadır.
Üçüncü tavır: Dinlenme ve rahatlık
tavrıdır. Zira artık insan tabiatının meyletmekte olduğu servete, eserlerin
ebedileştirilmesine ve yaygın bir şöhrete kavuşmak gibi mülkün semerelerinden
olan hususlar elde edilmiştir. Bu yüzden devletin sahibi bütün gücünü vergi
toplamaya, servet edinmeye, gelir ve giderleri zabt ve tespit etmeye,
nafaka ve masrafları kaydetmeye, biriktirilen servetle de ulu binalar, muazzam sanat eserleri, geniş şehirler, yüksek
heykeller (abideler) inşa etmeye sarfeder. Kendilerine delege olarak
gönderilen öbür milleti erin eşrafına ve diğer kabilelerin ileri
gelenlerine bahşişler verir, ihsanlarda bulunurlar.
Ehil ve layık olanlara iyiliklerini yayar. Bununla beraber çevresinin ve
taraftarlarının hallerini genişletir, askerlerinin durumunu araştırarak
erzakını bol bol verir, her ay kendilerine verilen maaşlarını tam olarak öder.
O derecede ki, merasim günlerinde bunun iz ve belirtileri askerlerin elbiselerinde,
silahlarında ve üniformalarında ortaya çıkar. Mülk sahibi, bu nitelikteki bir
ordu ile sulh halinde bulunduğu devletlere karşı iftihar eder, savaş halinde
bulunduğu devletleri ise tehdit eder. Bu tavır, devlet sahiplerindeki istibdat
(otokrasi, infirat ve istiklâl) tavırlarının
sonudur. Çünkü onlar bu tavırların tümünde reyleri itibariyle müstakildirler, tek
başlarına karar verirler, izzet ve iktidarlarını
tesis eder, kendilerinden sonra gelenlere yol gösterir ve takip etmeleri gereken usulü izah ederler.
Dördüncü tavır: Kanaat ve
barış safhasıdır. Bu tavırda bulunan devlet sahibi, öncekilerin (ve atalarının)
tesis ettiği şeye kanaat eder, akranı ve emsali olan hükümdarlarla sulh içinde
yaşar. Bu yolda, kendinden önce gelmiş ve geçmiş olan seleflerini taklit
ederek adım adım onları takip eder, iktidardaki usullerin en güzeli ile onların yoluna tâbi olur. Onları taklit
etme, töreyi takip etme esasının dışına çıkmanın hükümranlıklarını fesada
uğratacağı, mecdi ve şam tesis etmiş olan o zevatın bu hususta daha basiretli
oldukları görüşünü taşır. (Kanun-i kadime sıkı bir şekilde bağlanırlar).
Beşinci tavır: Bu tavır israf, har vurup
harman savurma safhasıdır. Bu tavırda devlet sahibi hükümdar,
zevkleri ve nazları yolunda eş dost,
meclisinde bulunan, sohbetine katılan, düşük karakterli arkadaşlar ve
çevresinde toplanan dalkavuklar için, evvelkilerin topladıkları serveti telef eder. Büyük ve önemli işlerin başına bunları
getirir. Halbuki bunlar bu nevi işleri müstakillen yürütemezler, üzerine aldıkları
hususlarda neyi yapmaları ve neyi yapmamaları gerektiğini bilmezler. Hükümdar,
kavmin- den olan önemli taraftarlarının, büyük yardımcılarının ve baba
dostlarının gönüllerini kırar, onları kendine kin besleyen ve yardıma muhtaç olduğu zaman desteklerini, çeken bir
hale getirir. Dost ve taraftarlarının bozulmalarına sebep olur. Askerler için
ayrılan paralar kendi şehveti ve arzuları uğrunda harcayarak kaybeder, bizzat gidip ordu mensuplar ile temas etmekten,
ihtiyaç ve dertlerini tespit etmekten uzak
kalır. Böylece selefinin tesis ettiğini tahrip ve inşa ettiklerini yıkmış olur.
Bu tavırda devlette ihtiyarlık tabiatı hasıl olur. Kolay kolay kurtulamayacağı
ve çökene kadar şifa bulamayacağı müzmin bir hastalık devleti kaplar. Nitekim
ilerde devletin hallerini anlatırken, bu hususu beyan edeceğiz. (Her şey fanidir ve) “Vârislerin en hayırlısı Allah’tır” (Enbiya,
21/89).
Kaynak: İbni Haldun, Mukaddime, 17. Fasıl
Kaynak: İbni Haldun, Mukaddime, 17. Fasıl
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder