12 Şubat 2019 Salı


Tatar Çölü’nde Kaybolanlar


Bir roman okursunuz kahramanı alır sizi başa dünyalara götürür, artık onun peşinden sürüklenirken neredeyse kendinizi de onun yerine koyarsınız. Çoğunlukla böyle olur. Ama bazen alışılagelmişin tam aksine kahraman bir başka bir dünyadan gelir, sizin yerinize geçer ve sizin hayatınızı yaşar. Tatar Çölü işte böyle bir kitap. İşte tam da bu nedenle bu kitabı okuyanlar romanın baş kahramanı Drogo yerine kendilerini anlatmaya başlarlar. Yaşamlarının hiç fark etmeden ellerinden ne kadar çabuk hızla kaydığını… Hayatın akıntısına kapılarak zamanın hızla nasıl geçip ne zaman yaşlandıklarını anlamadıklarını  anlatırlar birbirlerine. Aslında Drogo’nun kendi serüvenidir bu, sıradan bir insanın yaşamına tıpatıp benzeyen. Edilgen, akışa kapılmış ama bu hareketsizliğe rağmen hep bir şeyler olacak umudu ile yaşama tutunmaya çalışan ve varoluşu için kendine yalancı düşmanlar yaratarak yalandan kahramanlık öyküleri peşinde koşan sonuçta biraz sahte ve gerçekten anlamlandırılamamış sıradan mutsuz bir hayattır Drogo’nun öyküsü. Birçoğumuzunkine çok benzeyen… Dino Buzzati, Tatar Çölü’nü İkinci Dünya Savaşı İtalya’sında 1940’ta yazmış. Önünde bir çok seçeneği olduğu halde hayatının getirdiği akıntıya kapılarak giden bir askerin bu akışın içinde sonunda nasıl kaybolduğunu anlatıyor. Dört ay için gittiği görev yeri olan Bastiani Kalesi’nde nasıl da hiç anlamadan otuz yıl geçirdiğini… Aslında bu tasarlanmış hayat yolculuğunda yön değiştirmesinin hiç fark etmediği küçük şeyler ve alışkanlıkları nedeni ile ne kadar zor olduğunu. Günlük hayatının rutinine nasıl da zamk gibi yapıştığını .

Kitabı her bitirenin kendisi ile yüzleştiğinden eminim. Sıradan yaşam kaygılarımızın elimizi kolumuzu nasıl bağladığını ve elde ettiklerimizi kaybetmemek uğruna aslında kendi özgür irademizle yaşayacağımız bir hayattan nasıl da vazgeçtiğimizi düşündürüyor ister istemez. Kitap daha elinizdeyken Drogo gelip göğüs kafesinizin ortasına oturuyor   ve o ağırlıkla etrafınıza bakıyorsunuz, sizin gibi önüne çıkan hayatlara teslim olmuş birçok insana. Sonuçta Tatar Çölü insanda biraz sıkıntıya, göğsünüzün sıkışmasına sebep olsa da kendimiz hakkında düşünmek ruhumuza ve hatta bedenimize iyi gelen bir şey. Buzzati, Drogo’nun çölünü anlatırken size kendi çölünüzü gösteriyor ve bu çölde kaybolmadan çıkmanız gerektiğini ve belki bunu nasıl başaracağınızı da….
Bazı kitapların okuma yaşları vardır. Kesinlikle iddia ediyorum ki bu kitap otuz beş veya kırk yaşından sonra okunmalı. Çöl sıcaklığının ortasında kalmışken. Yirmili yaşlarda, yaşamın o tüy kadar hafif olduğu, her yerin yeşilliklerle dolu ve yaşamak için daha çok uzun zamanlarımızın olduğu günlerde bu kitabı okursanız aklınızda sadece ismi kalacaktır, o kadar… Giovanni Drogo sizin yerinize geçemeyecektir çünkü. Ama otuz beşinden hatta kırkından sonra gelip yerinize geçecek, hayatınızın içine girecek ve siz olacak.
Mehmet Eroğlu’na  göre insanlar, Tatar Çölü’nü okuyanlar ve okumayanlar diye ikiye ayrılırmış. Ben buna otuz beş yaşından sonra okuma tavsiyesi getiriyorum naçizane. Eğer yaşınız otuz beş veya daha iyisi kırkın üzerinde ise hemen koşun bir kitapçı bulun ve Tatar Çölü’nü okumaya başlayın. Yüksek teknolojik gelişmelerle atomu parçalayıp zamana yolculuğun konuşulduğu bugünlerde kendi zamanlarımızın bütün bilimsel gelişmelerin tersine bizi un ufak ettiğinin bilinci ile okuduğunuzda belki zamanın yarattığı bu hayal kırıklıklarına nasıl direneceğimizin de ip uçlarını yakalayabilirsiniz. Kısaca okunduğunda derin izler bırakan bir kitap Tatar Çölü.
  -Kitapeki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder