Köle Ticaretinin Mucidi John Locke (1632-1704)
John Locke, meclis ve kraliyet taraftarları arasındaki iç
savaş nedeniyle hiç de sakin olmayan bir dönemde, Püriten tacir bir ailede,
sakin bir Somerset köyünde doğmuştu. At gibi uzun burnuyla zayıf, uzun ince bir
adam... ve bir biyografi yazarının dediği gibi “yumuşak, melankolik gözler...”
1689da yazdığı İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir
Denemede (Essay Concerning Human
JJnders- tanding) bilgiyi, ideaların “bağlantısı ve uyuşumunun
algısı’ndan başka bir şey değil, şeklinde tanımlıyordu Locke. Doğuştan bilginin
imkânını ıskartaya çıkardığı için onun felsefesi Descartes felsefesinin
panzehri olarak görülüyordu. Locke, zihnin, bilgiyi oluşturmak için basit veya
karmaşık ideları bir araya getirmeden önce onları duyu aracılığıyla nasıl
aldığını tarif ederken aynı zamanda çağının mekanistik bilimini de
yansıtıyordu.
Gelgelelim, Kamunun
Yönetimi Üzerine İki İncelemede (Two
Treatises on Civil Government) (1690) yer alan politik teorisi
çok daha etkili oldu. Kendisine, temel haklar ve özgürlükler adına hem Amerikan
hem de Fransız Devrimlerinin ilham kaynağı olma payesi biçildi. Locke un etkisi
Amerikan Bağımsızlık Be- yannamesi’ndeki anayasal güçler ayrılığı ve Haklar
Bildirgesinde de görülür. Fransız Devrimi’nin başlangıcında ve însan Hakları
Beyannamesinde görülen doğal haklar öğretisi, “Tüm insanlar eşit ve
bağımsızdır, hiç kimse bir diğerinin canına, sağlığına, özgürlüğüne ya da
malına zarar veremez” şeklinde Locke tarafından kesinkes ilan edilmişti.
“Herkes” elbette köleler hariç; çünkü tuhaf bir biçimde, adı
başkalarına “özgürlük” talep etmeleri için ilham veren bu filozofun tekin
olmayan bir başka yüzü vardır.
FELSEFİ MASAL
Locke, birçok saygın çağdaşı tarafından takdir ediliyordu.
Parlak matematikçi ve fizikçi Sir Isaac Newton, onunla ortaklıklardan
kaçınmasına karşın fikirlerine önem verirdi. Ünlü İngiliz fizikçi Dr. Thomas
Sydenham onunla birlikte pek çok tıbbi araştırma üzerinde çalıştı, onu şöyle
tanımlıyor, “öyle bir adam ki, zekâsı keskin, muhakemesi tutarlı... Gayet emin
olarak söyleyebilirim ki çağdaşlarımız arasında onunla eşit birkaç kişi
olabilir ama üstün olan yoktur.” Fransız filozof Voltaire, Locke’u en muazzam
bilgeliğe sahip insan diye adlandırır ve ekler: “O açıkça göremiyorsa, ben
görmekten umudumu yitiririm.” Bir nesil sonra, Amer ikada Locke’un şöhreti hâlâ
artıyordu. Benjamin Franklin “kendisi- ni-yetiştirme” babında ona müteşekkirdi,
Thomas Paine onun devrim hakkmdaki radikal fikirlerini yaydı ve Thomas
Jefferson onu tüm zamanların en muhteşem özgürlük filozoflarından biri olarak
andı.
Onun bu baş döndürücü konuma yükselişi büyük İngiliz
okullarından birinde başladı ve bunu Oxfordda öğrenim bursu izledi. Locke, ilk
yazısı basıldığında henüz mezun olmamıştı. Bu erken çalışmalar 1654 ile 1668
arasındaki özel günleri kutlamak için yazılmış dört şiirdi, bu dönem hatıra
şiirlerine çokça imkân sunuyordu zira. Örneğin Locke, 1665’teki hıyarcıklı veba
salgını ya da 1666daki büyük Londra yangını hakkında, buna ilaveten 1649da
kralın kafasının kesilmesine ilişkin geçmişe yönelik şiirler de yazabilirdi.
Fakat onun şiirleri bunun yerine daha dünyevi durumlara işaret ediyordu.
Şiirlerden bir tanesi arkadaşı Thomas SydenhamTn (meşhur doktor) vücut ısısı
hakkmdaki kitabının tanıtımı için ve bir diğeri de Oliver Cromwefl’in
cumhuriyetçi ordusunun Hollanda kraliyetine karşı kazandığı zafere işaret
etmek için yazılmıştı. Sekiz yıl sonra, artık Cromvvell göçüp gitmiş ve bir
Hollanda prensi tahtı geri almışken, Locke bir başka habercilik olayına katkıda
bulundu, bu sefer yeni kralın BraganzaTı Cat- herine ile olan evliliğini
kutluyordu. “Dualarımız işitildi” yazdı
Locke,
tıpkı daha önce yazdığı şiirde Cromwell’i “Sen, kudretli Prens!” diye
selamladığı gibi.
Aslına bakılırsa, meşhur olmaktan ve idam edilmekten sakınmaya
yönelik bu gayet iyi oturtulmuş arzu nedeniyle Locke neredeyse 60 yaşma kadar
bu şiirlerden başka bir şeyi halka açık yayımlamadı. Bu ürkeklik, 1683’te
Oxford Üniversitesi yetkililerinin Locke’un tüm kitaplarını tehlikeli
oldukları gerekçesiyle yakılmak üzere toplanmalarını emrettiklerinde iyice
pekişti, bu olay Locke’u kısa bir süre sonra Hollanda’ya seyahate teşvik etti.
Hollanda, sonraki beş yıl boyunca zamanının çoğunu kaldırım kafelerinde
geçirerek kalacağı yerdi, bu sırada Londra’daki hükümet, teşvik borcunu
ödemediğinden ülkeye iadesi için tutuklama emri hazırlamıştı...
Ama 1660’a dönelim. Locke, 28 yaşındayken Oxford’a genç
Yunanca asistanı olarak tayin edilmişti. Bu atama papazlık (takdis merasimi)
gerektiriyordu, fakat o bunu reddetti ama bir istisna olarak 1666’da kabul
edildi. Otoriteyle yaptığı bu boğuşmanın (gerçi daha sonra tatmin edici şekilde
çözülmüştü ama) ardından Locke sulh hâkimlerinin dinî uygulamalar konusundaki
güçleri üzerine biri İngilizce biri Latince olmak üzere iki deneme yazmaya
başladı, ancak yine de oldukça temkinli bir herif olduğu için çalışmalarını
gizliyordu. Dolayısıyla 1666 yazı itibariyle halkın, şiirleri ve (Robert Böyle
ve Sydenham gibi yüksek itibar sahibi şahsiyetlerle birlikte gerçekleştirdiği)
saygın tıbbi, bilimsel çalışmaları dışında onun başka bir eserini görme şansı
yoktu.
Sonrasında, bir diplomatın sekreteri olarak çalışırken Lord
Anthony Ashley Cooper ile tanıştı. Asilzade Lord, Locke’un ince zekâsı ve
bilgisinden büyülenmişti ve hemen onu kendi hanesine fizikçi-filozof olarak
davet etti. Sonraları ilk Shaftesbury Kontu olacak Asley İngiliz politik
hayatında önemli bir şahsiyetti ve Locke onun etkisiyle, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme’sinin
(Essay Concerning Human Understanding)
yanında Hoşgörü Üzerine Bir Deneme
ve Hükümet Üzerine İki İnceleme gibi
ihtilaflı eserlerinin taslakları üzerine çalışmaya da kısa süre içinde başladı.
Locke’un oldukça meşhur olan, hükümet hakkın- daki incelemesi hamisinin ticaret
ve sömürgelerdeki çıkarlarını yansıtıyordu ve İngiltere adalet bakanı olarak bu
hami hem ticaretin hem de sömürgelerin ülkenin gücü bakımından hayati olduğu
görüşündeydi.
Zenginlik Arayışı, Yaşam ve Özgürlük Shaftesbury Kontu aynı zamanda
Carolina Kolonisi Sahipleri birliğinin liderlerinden biriydi, bu birlik, “Yeni
Dünya’da, bugün kuzey ve güney Carolina olan bölgede, bir sömürge kurma izni
veren kraliyet fermanı ayrıcalığına sahipti. Locke, bu mülk sahibi soyluların
danışmanı oldu (1668-71), ardından Ticaret ve Sömürge Çiftlikleri Konseyinin
danışmanı (1673-4) ve son olarak Ticaret Komisyonunun üyesi oldu (1696-1700).
Aslında, Locke “Restorasyon” süresince, sömürgeleri ve onların insafsız kölelik
sistemlerini kuran ve onlara nezaret eden yarım düzine adamdan biriydi. Üstelik
en önemli işlerinden biri bu yeni sömürge için, felsefi ilkelerini uygulamaya
koyacağı bir anayasa yazmayı da içeriyordu.
Locke’un bu küçük-devletinin Anayasasının girişinde “birden
çok demokrasi kurmak”tan kaçınılması için (aralarında bizzat Shaftesbury
kontunun da bulunduğu) mülk sahibi sekiz soylunun yurttaşlar üzerinde mutlak
hâkimiyete sahip birer kalıtsal soyluluk kurumu haline geldikleri özellikle
belirtilmişti. Devletin sakinlerine feodal köleler gibi muamele edilecekti, ya
da Locke un deyişiyle “ kiralık-insanlar.”
XIX. Makale bunu şöyle açıklıyor: “Herhangi bir malikâne
sahibi malikânesini, hepsi beraber, tüm haklarıyla ve oraya ait olan
ldralık-insanlarla birlikte herhangi birine ve varislerine sonsuza kadar
devredebilir, satabilir ya da elden çıkarabilir...”
XXII. Makalede daha da açık bir şekilde şöyle deniyor; tüm bu
“kiralık-insanlar senyör, baron ya da malikâne sahibi olarak anılan saygıdeğer
efendilerinin, itiraz etmeden, yönetimi altında olmalılar. Hiçbir
kiralık-erkekya da kiralık-kadınm, kendi belirli efendisinin arazisinden yine
efendisinin imzalı ve mühürlü izin belgesi olmadan, ayrılma ya da başka bir
yerde yaşama özgürlüğü yoktur.”
Locke, küçük-devlet için yazdığı anayasasında;
“Hiçbir kiralık-erkek ya da kiralık-kadının, kendi belirli efendisinin
arazisinden yine efendisinin imzalı ve mühürlü izin belgesi olmadan, ayrılma
ya da başka bir yerde yaşama özgürlüğü yoktur” diyordu.
|
Locke’un felsefesi başka bir yerde “tüm insanlar eşit ve
bağımsız” yaratılmıştır diyorsa da, Carolina larda bu kiralık-insanlar eşit değildiler
ve efendilerine bağımlıydılar. Dahası, “Bu kiralık- insanların tüm çocukları ve
hatta tüm nesilleri de kiralıktılar” (XXIII. Makale).
Buralara zincirlere bağlı olarak getirilen Afrikalılara
gelince, her bir sömürgeciye “zenci köleleri üzerinde mutlak güç” verilirdi. Bu
imtiyaz, diye ekler Locke eşitlikçiliğe selam çakarak, “hangi görüşte ya da
inançta olursa olsunlar” geçerlidir (CX. Makale).
Locke’un bunları yazdığı sırada transatlantik köle ticareti
daha yeni başlamıştı. Bu hareket zamanla modern çağın en büyük gönülsüz insan
göçü haline gelecekti. Üç buçuk yüzyıl boyunca süren bu köle ticaretinde, dokuz
milyona yakın siyah Afrikalı Amerika’ya nakledilecek ve bunların ne kadarının
yolda öldükleri bile bilinmeyecekti. Bu kölelerin büyük bir kısmı, İngilizlerin
yarışı körüklemesiyle 1700 ve 1850 yılları arasında nakledildiler, bu dönemdeki
İngiliz seferleri tüm köle gemilerinin en azından dörtte birine tekabül
ediyordu.
Tıpkı Shaftesbury Kontu gibi Locke’un da yerine getirilmesi
gereken kamusal sorumluluklarının yanında bir de bazı özel hesapları vardı.
167l’de kârlı köle tacirlerinden hisse satın aldı; Kraliyet Afrika Şirketi (her
bir köle RAC [Royal Africa Company] harfleriyle damgalanıyordu) ve bir yıl
sonra Bahama Maceracıları.
Elbette, Afrika’da kölelik Amerikanın sömürgeleştirilmesinden
önce de vardı. Hatırı sayılır çokça kayıtta bu kölelerin altınla birlikte
kuzey Afrika çölüne, Berberi Krallığına gönderildiği geçer. Bu insanlar
genellikle ya savaşta esir alınmış ya da borca karşılık “satılmış”tı -bazen de
cinayet ya da büyücülük gibi suçlar için zararın karşılanması amacıyla köle
edilmişlerdi. Öte yandan tarihçiler bu uygulamanın asli olarak sadece daha
küçük bir ölçekle sınırlı olduğunu değil aynı zamanda daha az kötücül olduğunu
da düşünüyorlar. Bu Afrikalı kölelere esir düştükleri yerde ailenin bir parçası
gibi davrandırdı. Sahipleri onlarla birlikte çalışırlar, bunun yanı sıra aynı
yemeği ve barınağı da paylaşırlardı. Buna karşın Amerika’da, bu ticaretin yeni
adı “endüstriyel kölelik” olmuştur. Dev, isimsiz köle sürüleri kamplarda
tutuluyor ve şeker kamışı, tütün ve pamuk gibi yoğun emek gerektiren hasat
işinde kullanılıyorlardı. Sahipler onlarla birlikte çalışmıyor, konakta
yaşayıp, köleleri “yıkılana kadar” kırbaçlayarak çalıştıracak bir çiftlik
kâhyası görevlendiriyordu. Bu Yeni Dünyanın çiftliklerinin kuruluşundaki
şartlar korkunç ve insanlık dışıydı.
Yol boyunca köle gemilerindeki şartlar da oldukça kötüydü.
Önce Afrika’nın batı kıyısındaki limanlardan toplanan esirler güvertede tıkış tıkış
birbirlerine zincirli bir şekilde sağlıksız ve insanlık dışı koşullarda
haftalar boyunca tutuluyorlardı. Gemiler, “ticaret üçgeni” olarak bilinen uzun
bir rota izliyorlardı. Genellikle bu işin içinde, Liverpool ya da Bristol gibi
İngiliz limanlarından Afrika’nın batı kıyılarına demir eşya veya pamuk ürünleri
gibi yeni sanayi ürünlerini kölelerle takas etmek için yelken açan gemiler
vardı. Bunlar gemiye yüklenince, tekrar Batı Hint Adaları ya da Amerikanın
diğer limanlarına doğru yola çıkılırdı -üçgenin ikinci kenarı. Gemi oraya
varınca hayatta kalan köleler satılır ve şeker kamışı, rom ya da tütün gibi
ürünler gemiye yüklenirdi, ardından yolculuğun üçüncü ve son ayağı olan
İngiltere’ye dönüş başlardı. John Houstoun’ın 1723’te, köle ticaretini
“küresel anlamda tüm ticaret buna dayanıyordu” diye tasvir etmesinde şaşılacak
bir şey yok.
Çok acayiptir 1820’ye gelindiğinde Amerika’da “sömürgeci”lerden daha çok köle vardı -beş kat fazla! (boşuna değil demek ki, George
Washington’un kendisi de köle sahibiydi.) Elbette, yerli Kızılderililer de
büyük oranda yok edilmişlerdi (savaş, hastalık ve topraklarından tahliye
yoluyla). Ayrıntılara ve maliyete yönelik bürokratik ilgi ve zalimlik
bakımından köle ticaretiyle kıyaslanacak tek şey Nazilerin 1930 ve 1940’larda,
Yahudileri ve diğer “aşağı ırklar”ı toplama kamplarına sürgün etmeleridir.
Avrupalılar halihazırda mevcut olan Afrikalı köle ticaretini
giderek daha çok sayıda köle için para ve ticari ürün teklif ederek iyiden
iyiye genişletmişlerdi. Bu teşvikler Afrikalıların diğer Afrikalıları satmak
için baskın yapıp esir almalarına yol açıyordu. Bu baskınlara mahrumiyet de
eklenebilir, bu insanlar ailelerinin kalan üyelerine yemek almak için
çocuklarını köle olarak satmaları (muhtemelen bunun tüm sonuçlarından habersizce)
konusunda yüreklendiriliyorlardı.
Locke’un Kamunun Yönetimi Üzerine
İkinci İnceleme sinde köleliğe dair özel bir irdeleme vardır.
Dördüncü ve on altıncı bölümler “kölelik durumunun açıklamasını yapar; bu
açıklama da ikinci bölümdeki “doğal durum” ve üçüncü bölümdeki “savaş durumu”
açıklamasına bağlıdır.
Neden Locke bu konu üstünde böylesine uzun uzadıya duruyor?
Her şey bir yana, görünüşe göre bu yazdıkları, eşit hak ve özgürlükleri övdüğü
diğer yazılarından çoğuyla uyuşmuyor. Fakat filozofların, toplumu köleler ve
sahipleri olarak bölme eğilimleri uzun bir geleneğe sahiptir. Aristoteles ve
Platondan beri filozoflar seçkinlerin rasyonel düşünme -yönetme-
kabiliyetlerini vurgulayıp duruyorlar ve elbette bu düşünenlerin yönetecek
birine ihtiyaçları vardır; onlar lehine düşünmenin iktidarını reddeden
birilerine.
Bilhassa Aristoteles’te, ev içi köleleri mal ve mülk olarak
tanımlanıyorlardı ya da adeta “efendilerinin ayrılabilir bir parçası
gibi’ydiler. Erkek veya kadın kölenin yalnızca, sahiplerinin çıkar ve
heveslerine göre değil, ama ayrıca -genel “iyi” adına- “akla göre” de
kullanılabilecekleri varsayılıyordu. Hakeza Aristoteles de köleyi böyle olmaya
“doğal olarak” uygun insan, şeklinde tanımlar. Şöyle yazıyor:
"O halde, güçleri asli olarak bedenleriyle
sınırlı olan ve temel faziletleri bedensel hizmete güçleri yetmek olan bu
insanlar; diyorum ki bunlar doğal olarak köledirler, çünkü böyle olmaları
onların yararınadır. Onlar kullanmaktan aciz olmalarına rağmen akla itaat
edebilirler; her ne kadar sadece kendi duyumları ve arzularınca yönlendirilen
evcil hayvanlardan farklı olsalar da, bu hayvanlarla neredeyse aynı görevleri
yerine getirebilir ve diğer insanların mülkü olurlar, çünkü onların güvenliği
bunu gerektirir."
İkinci İncelemede, Locke bunu güncelleyerek şöyle
diyor:
"... köle diye adlandırdığımız bir
başka hizmetçi türü daha vardır. Bu kişiler adil bir savaşta esir alınıp
efendilerinin keyfi güçlerine ve mutlak hâkimiyetlerine bağımlı kılınmıştır.
Dediğim gibi bu insanlar, özgürlüklerini hayatları karşılığında ceza olarak
verdiler ve sınıfsal haklarını kaybettiler; kölelik durumuna geçerek, mülk
edinme ve medeni toplumun bir parçası olma imkânlarını yitirdiler ki medeni
toplumun ana ereği mülkiyeti korumadır."
Ancak tartışmanın felsefi öneminden ayrı olarak, bu konunun
Locke’un politik yazılarında ayrıntılı olarak yer almasının daha özel nedenleri
olabilir. Bir varsayıma göre, Locke İngiliz Kraliyet ailesinin İngiliz halkını
gayrı meşru biçimde köleleştirmeye giriştiğini gözler önüne sermek için “meşru”
köleliğin nasıl olacağını göstermeye ihtiyaç olduğunu düşünmüştür. Onun
politik felsefesinin amaçlarından birinin meşru ve gayrimeşru kamusal yönetim
arasında ayrım yapma meselesi olduğu düşünülürse, kölelik konusu da bu temanın
sadece bir türevi olsa gerek.
İkinci nedense; Locke’un, Shaftesbury ile aynı çizgide,
İngiltere’nin ulusal gücü için böylesine kârlı ve yararlı eylemleri açıklamayı
ve savunmayı vatanperver bir görev olarak görmesi olabilir.
Ya da üçüncü neden, basitçe Locke un ondan önceki pek çokları
ve Aristoteles gibi, bazı insanların doğal olarak fazlasıyla »sağı olduğunu ve
hiçbir doğal hukuk teorisinin bunlara uygulanmasına gerek olmadığını düşünmesi
olabilir.
Günümüzde filozoflar Locke un kölelerle ilgili görüşü hakkında
pek de konuşmuyorlar. Ama bu tutum, kölelik meselesinin onun felsefesiyle
ilgisiz olduğu anlamına gelmiyor; çünkü I,ocke’un felsefesinde “medeni”
toplumun anahtarı mülkiyet, mülkiyetin anahtarıysa iş gücüdür. Gerçekten de
onun için ahlak mülkiyet kurumuyla başlar, kölelik oldukça özel ama önemli bir
husustur. İkinci İncelemede
şöyle diyor Locke; “başlangıçta yeryüzü ve onun üzerindeki tüm aşağı
yaratıklar” tek önemli istisna dışında herkesin ortak malıydı. Her birey sadece
tek bir şeye sahipti; bizzat kendi varlığına. “Doğa durumunda hiç kimsenin
kendinden başka hiçbir şey üzerinde hakkı yoktur. Ekliyor Locke: “Bireylere
özgürlük veren sadece bu mülkiyettir.” Ama Locke özgür olabilmenin yeni
koşulunu, bu hayati koşulu ekler; kişinin kendi iradesine uymadaki özgürlüğü
artık “kişinin akla; kendi kendini yönetmesini sağlayacak yasayı vaz
edebilmesini mümkün kılan akla sahip olmasında temellenir.”
Kamusal Yönetimin Hakiki Kaynağı,
Kapsamı ve Ereğinde (.Essay Concerning the True Original, Extent, and End of
Civil Government)
Locke köleliğin “son derece alçak ve sefil bir insani durum” olduğunu öne
sürer ve ekler; “ulusun ruhuna ve hayırlı mizacına o denli karşıttır ki”,
“bırakın bir beyefendiyi, herhangi bir İngiliz’in bile bunu savunacağını
düşünmek neredeyse imkânsızdır.” İnsanın doğal özgürlüğü burada mutlak, keyfi
güçten gelen devredilemez özgürlüğü temsil ediyor. Diğer yandan köle
ekonomisini meşrulaştırmak için görünen o ki bazı insanlardan akıllarını ve
dolayısıyla özgürlüklerini soyup almak zorunluydu. Locke’da sorunlu olan yan
onun şu düşüncesiydi; “insanın doğal durumu bir eşitlik durumudur; bu öyle bir
durumdur ki onda tüm güç ve yargı hakkı karşılıklıdır, hiç kimse bunlara bir
diğerinden daha fazla sahip değildir.”
Locke un Latince şiirlerinden birinde, aşağı yukarı dediği gibi (değişen şeylerin değişmesi zorunludur), hem özel yaşamında Kraliyet Afrika Şirketinin sermayedarı olarak hem de kamusal yaşamında Carolinanm anayasa tasarısını hazırlayan kişi olarak onun özgürlük meselesindeki duruşu muğlaktır. Aslına bakılırsa Locke, insanın kendi kişiliği üzerindeki devredilemez haklarına dair inancıyla o dönemin acımasız gerçekliğini ancak kültürel ve entelektüel açıdan yeni bir “aşağı seviyede olma” kavramı yaratmak ve köleleri toplum sözleşmesinin dışında tutmak suretiyle uzlaştırabilmişti.
Locke un Latince şiirlerinden birinde, aşağı yukarı dediği gibi (değişen şeylerin değişmesi zorunludur), hem özel yaşamında Kraliyet Afrika Şirketinin sermayedarı olarak hem de kamusal yaşamında Carolinanm anayasa tasarısını hazırlayan kişi olarak onun özgürlük meselesindeki duruşu muğlaktır. Aslına bakılırsa Locke, insanın kendi kişiliği üzerindeki devredilemez haklarına dair inancıyla o dönemin acımasız gerçekliğini ancak kültürel ve entelektüel açıdan yeni bir “aşağı seviyede olma” kavramı yaratmak ve köleleri toplum sözleşmesinin dışında tutmak suretiyle uzlaştırabilmişti.
Kaynak: Felsefi Masallar, Martin Kohen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018.
Strange "water hack" burns 2lbs overnight
YanıtlaSilAt least 160 thousand women and men are trying a simple and SECRET "water hack" to drop 1-2 lbs every night in their sleep.
It's easy and works on anybody.
Here are the easy steps for this hack:
1) Go get a drinking glass and fill it with water half the way
2) And then follow this awesome HACK
so you'll become 1-2 lbs skinnier as soon as tomorrow!