22 Şubat 2020 Cumartesi

FELSEFİ MASALLAR - John Locke (1632-1704)

JOHN LOCKE ile ilgili görsel sonucu

John Locke, meclis ve kraliyet taraftarları arasındaki iç savaş nedeniyle hiç de sakin olmayan bir dönemde, Püriten tacir bir aile­de, sakin bir Somerset köyünde doğmuştu. At gibi uzun burnuyla zayıf, uzun ince bir adam... ve bir biyografi yazarının dediği gibi “yumuşak, melankolik gözler...” 1689da yazdığı İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Denemede (Essay Concerning Human JJnders- tanding) bilgiyi, ideaların “bağlantısı ve uyuşumunun algısı’ndan başka bir şey değil, şeklinde tanımlıyordu Locke. Doğuştan bil­ginin imkânını ıskartaya çıkardığı için onun felsefesi Descartes felsefesinin panzehri olarak görülüyordu. Locke, zihnin, bilgiyi oluşturmak için basit veya karmaşık ideları bir araya getirmeden önce onları duyu aracılığıyla nasıl aldığını tarif ederken aynı zamanda çağının mekanistik bilimini de yansıtıyordu.
Gelgelelim, Kamunun Yönetimi Üzerine İki İncelemede (Two Treatises on Civil Government) (1690) yer alan politik teorisi çok daha etkili oldu. Kendisine, temel haklar ve özgürlükler adına hem Amerikan hem de Fransız Devrimlerinin ilham kaynağı olma payesi biçildi. Locke un etkisi Amerikan Bağımsızlık Be- yannamesi’ndeki anayasal güçler ayrılığı ve Haklar Bildirgesinde de görülür. Fransız Devrimi’nin başlangıcında ve însan Hakları Beyannamesinde görülen doğal haklar öğretisi, “Tüm insanlar eşit ve bağımsızdır, hiç kimse bir diğerinin canına, sağlığına, öz­gürlüğüne ya da malına zarar veremez” şeklinde Locke tarafından kesinkes ilan edilmişti.
“Herkes” elbette köleler hariç; çünkü tuhaf bir biçimde, adı başkalarına “özgürlük” talep etmeleri için ilham veren bu filozofun tekin olmayan bir başka yüzü vardır.
FELSEFİ MASAL
Locke, birçok saygın çağdaşı tarafından takdir ediliyordu. Par­lak matematikçi ve fizikçi Sir Isaac Newton, onunla ortaklıklardan kaçınmasına karşın fikirlerine önem verirdi. Ünlü İngiliz fizikçi Dr. Thomas Sydenham onunla birlikte pek çok tıbbi araştırma üzerinde çalıştı, onu şöyle tanımlıyor, “öyle bir adam ki, zekâsı keskin, muhakemesi tutarlı... Gayet emin olarak söyleyebilirim ki çağdaşlarımız arasında onunla eşit birkaç kişi olabilir ama üstün olan yoktur.” Fransız filozof Voltaire, Locke’u en muazzam bilge­liğe sahip insan diye adlandırır ve ekler: “O açıkça göremiyorsa, ben görmekten umudumu yitiririm.” Bir nesil sonra, Amer ikada Locke’un şöhreti hâlâ artıyordu. Benjamin Franklin “kendisi- ni-yetiştirme” babında ona müteşekkirdi, Thomas Paine onun devrim hakkmdaki radikal fikirlerini yaydı ve Thomas Jefferson onu tüm zamanların en muhteşem özgürlük filozoflarından biri olarak andı.
Onun bu baş döndürücü konuma yükselişi büyük İngiliz okullarından birinde başladı ve bunu Oxfordda öğrenim bursu izledi. Locke, ilk yazısı basıldığında henüz mezun olmamıştı. Bu erken çalışmalar 1654 ile 1668 arasındaki özel günleri kutlamak için yazılmış dört şiirdi, bu dönem hatıra şiirlerine çokça imkân sunuyordu zira. Örneğin Locke, 1665’teki hıyarcıklı veba salgını ya da 1666daki büyük Londra yangını hakkında, buna ilaveten 1649da kralın kafasının kesilmesine ilişkin geçmişe yönelik şiirler de yazabilirdi. Fakat onun şiirleri bunun yerine daha dünyevi durumlara işaret ediyordu. Şiirlerden bir tanesi arkadaşı Thomas SydenhamTn (meşhur doktor) vücut ısısı hakkmdaki kitabının tanıtımı için ve bir diğeri de Oliver Cromwefl’in cumhuriyetçi or­dusunun Hollanda kraliyetine karşı kazandığı zafere işaret etmek için yazılmıştı. Sekiz yıl sonra, artık Cromvvell göçüp gitmiş ve bir Hollanda prensi tahtı geri almışken, Locke bir başka habercilik olayına katkıda bulundu, bu sefer yeni kralın BraganzaTı Cat- herine ile olan evliliğini kutluyordu. “Dualarımız işitildi” yazdı
Locke, tıpkı daha önce yazdığı şiirde Cromwell’i “Sen, kudretli Prens!” diye selamladığı gibi.
Aslına bakılırsa, meşhur olmaktan ve idam edilmekten sa­kınmaya yönelik bu gayet iyi oturtulmuş arzu nedeniyle Locke neredeyse 60 yaşma kadar bu şiirlerden başka bir şeyi halka açık yayımlamadı. Bu ürkeklik, 1683’te Oxford Üniversitesi yetkili­lerinin Locke’un tüm kitaplarını tehlikeli oldukları gerekçesiyle yakılmak üzere toplanmalarını emrettiklerinde iyice pekişti, bu olay Locke’u kısa bir süre sonra Hollanda’ya seyahate teşvik etti. Hollanda, sonraki beş yıl boyunca zamanının çoğunu kaldırım kafelerinde geçirerek kalacağı yerdi, bu sırada Londra’daki hükü­met, teşvik borcunu ödemediğinden ülkeye iadesi için tutuklama emri hazırlamıştı...
Ama 1660’a dönelim. Locke, 28 yaşındayken Oxford’a genç Yunanca asistanı olarak tayin edilmişti. Bu atama papazlık (takdis merasimi) gerektiriyordu, fakat o bunu reddetti ama bir istisna olarak 1666’da kabul edildi. Otoriteyle yaptığı bu boğuşmanın (gerçi daha sonra tatmin edici şekilde çözülmüştü ama) ardından Locke sulh hâkimlerinin dinî uygulamalar konusundaki güçleri üzerine biri İngilizce biri Latince olmak üzere iki deneme yaz­maya başladı, ancak yine de oldukça temkinli bir herif olduğu için çalışmalarını gizliyordu. Dolayısıyla 1666 yazı itibariyle halkın, şiirleri ve (Robert Böyle ve Sydenham gibi yüksek itibar sahibi şahsiyetlerle birlikte gerçekleştirdiği) saygın tıbbi, bilimsel çalışmaları dışında onun başka bir eserini görme şansı yoktu.
Sonrasında, bir diplomatın sekreteri olarak çalışırken Lord Anthony Ashley Cooper ile tanıştı. Asilzade Lord, Locke’un ince zekâsı ve bilgisinden büyülenmişti ve hemen onu kendi hanesine fizikçi-filozof olarak davet etti. Sonraları ilk Shaftesbury Kontu olacak Asley İngiliz politik hayatında önemli bir şahsiyetti ve Locke onun etkisiyle, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir De­neme’sinin (Essay Concerning Human Understanding) yanında Hoşgörü Üzerine Bir Deneme ve Hükümet Üzerine İki İnceleme gibi ihtilaflı eserlerinin taslakları üzerine çalışmaya da kısa süre içinde başladı. Locke’un oldukça meşhur olan, hükümet hakkın- daki incelemesi hamisinin ticaret ve sömürgelerdeki çıkarlarını yansıtıyordu ve İngiltere adalet bakanı olarak bu hami hem ti­caretin hem de sömürgelerin ülkenin gücü bakımından hayati olduğu görüşündeydi.
Zenginlik Arayışı, Yaşam ve Özgürlük Shaftesbury Kontu aynı zamanda Carolina Kolonisi Sahipleri birliğinin liderlerinden biriydi, bu birlik, “Yeni Dünya’da, bu­gün kuzey ve güney Carolina olan bölgede, bir sömürge kurma izni veren kraliyet fermanı ayrıcalığına sahipti. Locke, bu mülk sahibi soyluların danışmanı oldu (1668-71), ardından Ticaret ve Sömürge Çiftlikleri Konseyinin danışmanı (1673-4) ve son olarak Ticaret Komisyonunun üyesi oldu (1696-1700). Aslında, Locke “Restorasyon” süresince, sömürgeleri ve onların insafsız kölelik sistemlerini kuran ve onlara nezaret eden yarım düzine adamdan biriydi. Üstelik en önemli işlerinden biri bu yeni sö­mürge için, felsefi ilkelerini uygulamaya koyacağı bir anayasa yazmayı da içeriyordu.
Locke’un bu küçük-devletinin Anayasasının girişinde “birden çok demokrasi kurmak”tan kaçınılması için (aralarında bizzat Shaftesbury kontunun da bulunduğu) mülk sahibi sekiz soylu­nun yurttaşlar üzerinde mutlak hâkimiyete sahip birer kalıtsal soyluluk kurumu haline geldikleri özellikle belirtilmişti. Devletin sakinlerine feodal köleler gibi muamele edilecekti, ya da Locke un deyişiyle “ kiralık-insanlar.”
XIX. Makale bunu şöyle açıklıyor: “Herhangi bir malikâne sahibi malikânesini, hepsi beraber, tüm haklarıyla ve oraya ait olan ldralık-insanlarla birlikte herhangi birine ve varislerine sonsuza kadar devredebilir, satabilir ya da elden çıkarabilir...”
XXII. Makalede daha da açık bir şekilde şöyle deniyor; tüm bu “kiralık-insanlar senyör, baron ya da malikâne sahibi olarak anılan saygıdeğer efendilerinin, itiraz etmeden, yönetimi altında olmalılar. Hiçbir kiralık-erkekya da kiralık-kadınm, kendi belirli efendisinin arazisinden yine efendisinin imzalı ve mühürlü izin belgesi olmadan, ayrılma ya da başka bir yerde yaşama özgürlüğü yoktur.”

Locke, küçük-devlet için yazdığı anayasasında; “Hiçbir kiralık-erkek ya da kiralık-kadının, kendi belirli efendisinin arazisinden yine efendisinin imzalı ve mühürlü izin belgesi olmadan, ayrılma ya da başka bir yerde yaşama özgürlüğü yoktur” diyordu.


 Locke’un felsefesi başka bir yerde “tüm insanlar eşit ve bağım­sız” yaratılmıştır diyorsa da, Carolina larda bu kiralık-insanlar eşit değildiler ve efendilerine bağımlıydılar. Dahası, “Bu kiralık- insanların tüm çocukları ve hatta tüm nesilleri de kiralıktılar” (XXIII. Makale).
Buralara zincirlere bağlı olarak getirilen Afrikalılara gelince, her bir sömürgeciye “zenci köleleri üzerinde mutlak güç” verilirdi. Bu imtiyaz, diye ekler Locke eşitlikçiliğe selam çakarak, “hangi görüşte ya da inançta olursa olsunlar” geçerlidir (CX. Makale).
Locke’un bunları yazdığı sırada transatlantik köle ticareti daha yeni başlamıştı. Bu hareket zamanla modern çağın en büyük gönülsüz insan göçü haline gelecekti. Üç buçuk yüzyıl boyunca süren bu köle ticaretinde, dokuz milyona yakın siyah Afrikalı Amerika’ya nakledilecek ve bunların ne kadarının yolda öldükleri bile bilinmeyecekti. Bu kölelerin büyük bir kısmı, İngilizlerin yarışı körüklemesiyle 1700 ve 1850 yılları arasında nakledildiler, bu dönemdeki İngiliz seferleri tüm köle gemilerinin en azından dörtte birine tekabül ediyordu.
Tıpkı Shaftesbury Kontu gibi Locke’un da yerine getirilmesi gereken kamusal sorumluluklarının yanında bir de bazı özel hesapları vardı. 167l’de kârlı köle tacirlerinden hisse satın aldı; Kraliyet Afrika Şirketi (her bir köle RAC [Royal Africa Company] harfleriyle damgalanıyordu) ve bir yıl sonra Bahama Maceracıları.
Elbette, Afrika’da kölelik Amerikanın sömürgeleştirilmesinden önce de vardı. Hatırı sayılır çokça kayıtta bu kölelerin altınla bir­likte kuzey Afrika çölüne, Berberi Krallığına gönderildiği geçer. Bu insanlar genellikle ya savaşta esir alınmış ya da borca karşılık “satılmış”tı -bazen de cinayet ya da büyücülük gibi suçlar için zararın karşılanması amacıyla köle edilmişlerdi. Öte yandan ta­rihçiler bu uygulamanın asli olarak sadece daha küçük bir ölçekle sınırlı olduğunu değil aynı zamanda daha az kötücül olduğunu da düşünüyorlar. Bu Afrikalı kölelere esir düştükleri yerde ailenin bir parçası gibi davrandırdı. Sahipleri onlarla birlikte çalışırlar, bunun yanı sıra aynı yemeği ve barınağı da paylaşırlardı. Buna karşın Amerika’da, bu ticaretin yeni adı “endüstriyel kölelik” ol­muştur. Dev, isimsiz köle sürüleri kamplarda tutuluyor ve şeker kamışı, tütün ve pamuk gibi yoğun emek gerektiren hasat işinde kullanılıyorlardı. Sahipler onlarla birlikte çalışmıyor, konakta yaşayıp, köleleri “yıkılana kadar” kırbaçlayarak çalıştıracak bir çiftlik kâhyası görevlendiriyordu. Bu Yeni Dünyanın çiftliklerinin kuruluşundaki şartlar korkunç ve insanlık dışıydı.
Yol boyunca köle gemilerindeki şartlar da oldukça kötüydü. Önce Afrika’nın batı kıyısındaki limanlardan toplanan esirler güvertede tıkış tıkış birbirlerine zincirli bir şekilde sağlıksız ve insanlık dışı koşullarda haftalar boyunca tutuluyorlardı. Gemiler, “ticaret üçgeni” olarak bilinen uzun bir rota izliyorlardı. Genellikle bu işin içinde, Liverpool ya da Bristol gibi İngiliz limanlarından Afrika’nın batı kıyılarına demir eşya veya pamuk ürünleri gibi yeni sanayi ürünlerini kölelerle takas etmek için yelken açan gemiler vardı. Bunlar gemiye yüklenince, tekrar Batı Hint Adaları ya da Amerikanın diğer limanlarına doğru yola çıkılırdı -üçgenin ikinci kenarı. Gemi oraya varınca hayatta kalan köleler satılır ve şeker kamışı, rom ya da tütün gibi ürünler gemiye yüklenirdi, ardından yolculuğun üçüncü ve son ayağı olan İngiltere’ye dö­nüş başlardı. John Houstoun’ın 1723’te, köle ticaretini “küresel anlamda tüm ticaret buna dayanıyordu” diye tasvir etmesinde şaşılacak bir şey yok.
Çok acayiptir 1820’ye gelindiğinde Amerika’da “sömürgeci”lerden daha çok köle vardı -beş kat fazla! (boşuna değil demek ki, George Washington’un kendisi de köle sahibiydi.) El­bette, yerli Kızılderililer de büyük oranda yok edilmişlerdi (savaş, hastalık ve topraklarından tahliye yoluyla). Ayrıntılara ve maliyete yönelik bürokratik ilgi ve zalimlik bakımından köle ticaretiyle kıyaslanacak tek şey Nazilerin 1930 ve 1940’larda, Yahudileri ve diğer “aşağı ırklar”ı toplama kamplarına sürgün etmeleridir.
Avrupalılar halihazırda mevcut olan Afrikalı köle ticaretini giderek daha çok sayıda köle için para ve ticari ürün teklif ederek iyiden iyiye genişletmişlerdi. Bu teşvikler Afrikalıların diğer Af­rikalıları satmak için baskın yapıp esir almalarına yol açıyordu. Bu baskınlara mahrumiyet de eklenebilir, bu insanlar aileleri­nin kalan üyelerine yemek almak için çocuklarını köle olarak satmaları (muhtemelen bunun tüm sonuçlarından habersizce) konusunda yüreklendiriliyorlardı.
Locke’un Kamunun Yönetimi Üzerine İkinci İnceleme sinde köleliğe dair özel bir irdeleme vardır. Dördüncü ve on altıncı bölümler “kölelik durumunun açıklamasını yapar; bu açıklama da ikinci bölümdeki “doğal durum” ve üçüncü bölümdeki “savaş durumu” açıklamasına bağlıdır.
Neden Locke bu konu üstünde böylesine uzun uzadıya du­ruyor? Her şey bir yana, görünüşe göre bu yazdıkları, eşit hak ve özgürlükleri övdüğü diğer yazılarından çoğuyla uyuşmuyor. Fakat filozofların, toplumu köleler ve sahipleri olarak bölme eğilimleri uzun bir geleneğe sahiptir. Aristoteles ve Platondan beri filozoflar seçkinlerin rasyonel düşünme -yönetme- kabiliyetlerini vur­gulayıp duruyorlar ve elbette bu düşünenlerin yönetecek birine ihtiyaçları vardır; onlar lehine düşünmenin iktidarını reddeden birilerine.
Bilhassa Aristoteles’te, ev içi köleleri mal ve mülk olarak ta­nımlanıyorlardı ya da adeta “efendilerinin ayrılabilir bir parçası gibi’ydiler. Erkek veya kadın kölenin yalnızca, sahiplerinin çıkar ve heveslerine göre değil, ama ayrıca -genel “iyi” adına- “akla göre” de kullanılabilecekleri varsayılıyordu. Hakeza Aristoteles de köleyi böyle olmaya “doğal olarak” uygun insan, şeklinde tanımlar. Şöyle yazıyor:
"O halde, güçleri asli olarak bedenleriyle sınırlı olan ve temel faziletle­ri bedensel hizmete güçleri yetmek olan bu insanlar; diyorum ki bun­lar doğal olarak köledirler, çünkü böyle olmaları onların yararınadır. Onlar kullanmaktan aciz olmalarına rağmen akla itaat edebilirler; her ne kadar sadece kendi duyumları ve arzularınca yönlendirilen evcil hayvanlardan farklı olsalar da, bu hayvanlarla neredeyse aynı görevle­ri yerine getirebilir ve diğer insanların mülkü olurlar, çünkü onların güvenliği bunu gerektirir."
İkinci İncelemede, Locke bunu güncelleyerek şöyle diyor:
"... köle diye adlandırdığımız bir başka hizmetçi türü daha vardır. Bu kişiler adil bir savaşta esir alınıp efendilerinin keyfi güçlerine ve mut­lak hâkimiyetlerine bağımlı kılınmıştır. Dediğim gibi bu insanlar, öz­gürlüklerini hayatları karşılığında ceza olarak verdiler ve sınıfsal haklarını kaybettiler; kölelik durumuna geçerek, mülk edinme ve medeni toplumun bir parçası olma imkânlarını yitirdiler ki medeni toplumun ana ereği mülkiyeti korumadır."
Ancak tartışmanın felsefi öneminden ayrı olarak, bu konunun Locke’un politik yazılarında ayrıntılı olarak yer almasının daha özel nedenleri olabilir. Bir varsayıma göre, Locke İngiliz Krali­yet ailesinin İngiliz halkını gayrı meşru biçimde köleleştirmeye giriştiğini gözler önüne sermek için “meşru” köleliğin nasıl ola­cağını göstermeye ihtiyaç olduğunu düşünmüştür. Onun politik felsefesinin amaçlarından birinin meşru ve gayrimeşru kamusal yönetim arasında ayrım yapma meselesi olduğu düşünülürse, kölelik konusu da bu temanın sadece bir türevi olsa gerek.
İkinci nedense; Locke’un, Shaftesbury ile aynı çizgide, İngiltere’nin ulusal gücü için böylesine kârlı ve yararlı eylemleri açıklamayı ve savunmayı vatanperver bir görev olarak görmesi olabilir.
Ya da üçüncü neden, basitçe Locke un ondan önceki pek çokları ve Aristoteles gibi, bazı insanların doğal olarak fazlasıyla »sağı olduğunu ve hiçbir doğal hukuk teorisinin bunlara uygu­lanmasına gerek olmadığını düşünmesi olabilir.
Günümüzde filozoflar Locke un kölelerle ilgili görüşü hakkında pek de konuşmuyorlar. Ama bu tutum, kölelik meselesi­nin onun felsefesiyle ilgisiz olduğu anlamına gelmiyor; çünkü I,ocke’un felsefesinde “medeni” toplumun anahtarı mülkiyet, mülkiyetin anahtarıysa iş gücüdür. Gerçekten de onun için ahlak mülkiyet kurumuyla başlar, kölelik oldukça özel ama önemli bir husustur. İkinci İncelemede şöyle diyor Locke; “başlangıçta yeryüzü ve onun üzerindeki tüm aşağı yaratıklar” tek önemli istisna dışında herkesin ortak malıydı. Her birey sadece tek bir şeye sahipti; bizzat kendi varlığına. “Doğa durumunda hiç kim­senin kendinden başka hiçbir şey üzerinde hakkı yoktur. Ekliyor Locke: “Bireylere özgürlük veren sadece bu mülkiyettir.” Ama Locke özgür olabilmenin yeni koşulunu, bu hayati koşulu ekler; kişinin kendi iradesine uymadaki özgürlüğü artık “kişinin akla; kendi kendini yönetmesini sağlayacak yasayı vaz edebilmesini mümkün kılan akla sahip olmasında temellenir.”
Kamusal Yönetimin Hakiki Kaynağı, Kapsamı ve Ereğinde (.Essay Concerning the True Original, Extent, and End of Civil Government) Locke köleliğin “son derece alçak ve sefil bir in­sani durum” olduğunu öne sürer ve ekler; “ulusun ruhuna ve hayırlı mizacına o denli karşıttır ki”, “bırakın bir beyefendiyi, herhangi bir İngiliz’in bile bunu savunacağını düşünmek ne­redeyse imkânsızdır.” İnsanın doğal özgürlüğü burada mutlak, keyfi güçten gelen devredilemez özgürlüğü temsil ediyor. Diğer yandan köle ekonomisini meşrulaştırmak için görünen o ki bazı insanlardan akıllarını ve dolayısıyla özgürlüklerini soyup almak zorunluydu. Locke’da sorunlu olan yan onun şu düşüncesiydi; “insanın doğal durumu bir eşitlik durumudur; bu öyle bir du­rumdur ki onda tüm güç ve yargı hakkı karşılıklıdır, hiç kimse bunlara bir diğerinden daha fazla sahip değildir.” 

Locke un Latince şiirlerinden birinde, aşağı yukarı dediği gibi (değişen şeylerin değişmesi zorunludur), hem özel yaşamında Kraliyet Afrika Şirketinin sermayedarı olarak hem de kamusal yaşamında Carolinanm anayasa tasarısını hazırlayan kişi olarak onun özgürlük meselesindeki duruşu muğlaktır. Aslına bakılırsa Locke, insanın kendi kişiliği üzerindeki devredilemez haklarına dair inancıyla o dönemin acımasız gerçekliğini ancak kültürel ve entelektüel açıdan yeni bir “aşağı seviyede olma” kavramı yarat­mak ve köleleri toplum sözleşmesinin dışında tutmak suretiyle uzlaştırabilmişti.

Kaynak: Felsefi Masallar, Martin Kohen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018.

1 yorum:

  1. Strange "water hack" burns 2lbs overnight

    At least 160 thousand women and men are trying a simple and SECRET "water hack" to drop 1-2 lbs every night in their sleep.

    It's easy and works on anybody.

    Here are the easy steps for this hack:

    1) Go get a drinking glass and fill it with water half the way

    2) And then follow this awesome HACK

    so you'll become 1-2 lbs skinnier as soon as tomorrow!

    YanıtlaSil