22 Şubat 2020 Cumartesi

FELSEFİ MASALLAR- Immanuel Kant (1724-1804)



Immanuel Kant (1724-1804)
Oxford Companion to Philosophy’ nin editörlüğünde ciddi bir maharet sergilemiş olan Ted Honderich, Kant’ın “modern zaman­ların en önemli Avrupalı Filozofu” olduğunu düşünüyor, bu ger­çekten önemli, aslına bakarsanız Kant maddesini de o yazmıştır. Johann Herder’in onu (Kant’ı yani, Honderich’i değil, şüphesiz her ikisi için de geçerlidir) şu şekilde betimlediğini öğreniyoruz:
Merkezinde ağırbaşlı bir neşe ve sevincin bulunduğu geniş bir alna sahipti, en zengin düşüncelerle dolu konuşması dudaklarından süzü­lürdü. Şakacılık, nükte ve mizah onun emrine amadeydi... Ne hizip, ne mezhep, ne önyargı, ne de şöhret arzusu, onu en ufak bir şekilde bile hakikati yaymak ve aydınlatmaktan alıkoyabilirdi. Başkalarını kendi­leri için düşünmeye teşvik etti ve zorladı; despotizm onun zihniyetine yabancı bir kavramdı.
18.     Yüzyılın başlarında Blackwoods Magazine de yazan Thomas de Quincey, Kant’ın kişisel yaşamının onun felsefesinden çok daha ilginç olduğunu söylemişti ki Manchester Üniversitesinden Profesör Bird de bu görüşün “derhal sapkınlık noktasında tuhaf sayılması gerektiği’ni ifade etmişti. Graham Bird tam aksine, Kant’ın “transendental tam algı”sınm ve “numenlerinin çok daha ilginç olduğunu düşünüyor. Hatta profesöre göre, bu kavramlar Husserl’in “transendental-fenomenolojik-indirgeme” sine ilham verdiğine ve David Davidson’ı “anomal monizrn’i tasarlamaya sevk ettiğine göre, onlar ayrıca en önemliler olarak da değerlen­dirilmelidirler.
Ancak biraz sapkınlığa da zaman ayırabiliriz. Kant felsefeye kurallar koyarak katkıda bulunmuştur. Bu kurallar aynı zamanda onun kişisel hayatını da belirlerler. Diğer bir deyişle, ikisini de incelemek tamamen yerindedir.
FELSEFİ MASAL
Kant’ın, ilginç olmasa da, en önemli düşüncesi “uzam” ve “zaman’ın sadece zihinsel aygıtımızın birer parçaları oldukları -yani “zihnin dışında” olmadıkları- düşüncesidir. Biz dünyayı bir düzene koymak için neden ve sonuç kavramlarını icat ederek olayları zamana yerleştiriyoruz. David Hume’un neden ve sonuç kavramlarının temelinin tembel alışkanlıklar ve kör inançlardan başka bir şey olmadığı keşfi, Kant’ı –Saf Aklın Eleştirisinde yazdığı gibi- “dogmatik uykusundan uyandırmıştı (Gerçi Bertrand Rus­sell pek de nazik olmayan bir biçimde bu uyanışın besbelli geçici olduğunu ve Kant’ın kısa bir süre sonra uykusuna geri dönmesini sağlayan bir uyku ilacı icat ettiğini söylüyor).
Nedenin ve sonucun felsefi açıdan düşük bir konumda olması Kant için önemlidir, çünkü davranışlarımızın sadece mekanik bir hale gelmesini ve bizlerin biyolojik ve kimyasal komutları izleyen birer otomata indirgenmemizi istemiyordu.
Onun günlük rutinini ele alalım, öyle dakikti ki, Königsberg halkının saatlerini ona göre ayarladığı söyleniyordu. Bu sadece “eğlenceli” bir düşünce olmaktan ziyade kayıtlı bir olaydır. Ne dakiklik ama! Önemsiz bir insani meselede büyük bir zafer! Yani en azından filozoflar daima düşünmüşler.
Nietszche’nin ona taktığı isimle “Königsberg’in Çinlisi”, kim bilir niye, her sabah saat 5.00’te uyanırdı, kesinlikle ne bir dakika erken ne bir dakika geç. Sonrasında kahvaltı için ara vermeden yazmaya başlardı. Felsefe, ürettiklerinin sadece küçük bir par­çasıydı. Şöyle ki doğal hukuk, mekanik, mineraloji, matematik, fizik ve coğrafya ile ilgili makaleler de onun ilgi alanına giriyordu. Dünyanın geri kalanının uyandığı, sabahın uygun bir saatinde de derslerini veriyordu. Kant ancak kırklı yaşlarının sonunda profesör oldu, bu nedenle hayatının büyük bir kısmında saat başı ücretli bir okutman olarak görev yapmıştı ve bu yüzden mümkün olduğu kadar çok sayıda ek özelliğe sahip olması mantıksız değildi.
Kıta Avrupa'sı tarzındaki öğle yemeği, Kant’ın önderliğinde, zekice seçilmiş ve akademiden olmayan ama entelektüel olan çok sayıda arkadaşıyla görüşmek için büyük bir fırsattı. Her zaman en az üç (teslis) arkadaşı olurdu ve asla dokuzdan fazla (esin perilerinin sayısı) olmazdı. Kant’ın masasındaki sohbetler çok çeşitli konuları kapsardı ve bizzat Kant da her zaman en son politik, ekonomik ve bilimsel gelişmelerle yakından ilgilenirdi. Ayrıntıya düşkün hafızasıyla, Königsberg'ten ayrılmaya dair hiç ­bir arzusu olmamasına ve halihazırda hiçbirini ziyaret etmemiş olmasına rağmen, yabancı şehirleri ve yerleri uzun uzadıya tarif edebilirdi. Kant’ın küçük kategorik imperatiflerinden bir diğeri de onun favori içeceği ile ilgiliydi. Kahve çekirdeğinin yağının sağlıksız olduğunu düşündüğünden beri, öğle yemeğini kahve ile değil ama her zaman açık bir çay ile bitiriyordu. Yemek acele etmeden yeniyordu ama zaten Kant da günde tek öğün yiyordu.
Öğleden sonra Kant, yanında yağmur yağması ihtimaline karşı şemsiye taşıyan uşağı Lampe eşliğinde nehir boyunca uzun bir yürüyüşe çıkıyordu. Kant’ın, herkesin kendinde bir amaç olarak değerlendirilmesi, asla bir amacın salt “araç”ı olarak değerlendirilmemesi gerektiği şeklindeki kuralının (“bir insanın eylemlerinin diğerinin iradesine tabi olmasından daha korkunç bir şey olamaz”) şemsiye taşıyan hizmetkarlar için geçerli olmadığı açıkça ortadadır.
Eve dönünce, Kant kitaplarını çıkarır ve yatana kadar çalışırdı. Her zaman akşam tam 10.00’da yatardı ya da “neredeyse” her zaman; çünkü bir keresinde, iyi hesaplamadan bir daveti kabul edince saat 10.00' ü biraz geçtikten sonra eve dönebilmişti. Bu aksaklık onu endişeyle sarsmıştı ve bir daha böyle bir riski asla almayacağına dair ant içti.
Öğleden sonra Kant, yanında yağmur yağması ihtimaline karşı şemsiye taşıyan uşağı Lampe eşliğinde nehir boyunca uzun bir yürüyüşe çıkıyordu.


Yatakta bile belli kuralları takip etmesi gerekiyordu. Kant’m, kendini çarşaflara doladığı ve böylece kendini sıkıca sarmaladığı bir sistemi vardı. Onun yedi saatten az uyuduğunu da belirtelim. Sağlık konularıyla ilgili, çok fazla uykunun tehlikelerine karşı uyardığı küçük bir kitapçık yazdı. Her insanın uykuya ayıracağı belirli bir zamanının olduğunu ve tüm zamanını yatakta yatarak geçirenlerin ERKEN ÖLECEĞİNİ açıkladı (Ebeveynim bunu bana söyleseydi keşke...).
Kant’ın ilk aşkı bilim olduğu için (1755’te tamamladığı dokto­rası felsefe üzerine değildi, “Ateş Hakkındaydı) bu uyarı ciddiye alınmalıdır. Tüm kariyeri boyunca fizik ve coğrafya dersleri vermeye devam etti; Portekiz depreminin ardından deprem üzerine ve Atlantik’in yağmur taşıyan rüzgârları üzerine ince­leme yazdı. Bunlarla birlikte güneş sisteminin nasıl oluşmuş olabileceğine dair bir teori ortaya koydu Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı (General Natural History and Theory of the Heavens) (1755). Bu teori, matematikçi Pierre Simon Laplace tarafından daha da ilerletilmiş ve bugün Kant-Laplace teorisi şeklinde adlandırılarak onurlandırılmıştır. Bununla birlikte, bugün teorinin bazı bölümleri, örneğin güneş sistemindeki tüm gezegenlerin yaşam barındırdığı ve zeki varlık yaşamının Güneş’ten uzaklaştıkça arttığını söylediği bölümler gibi ikili savları tedavülden kalkmıştır.
Pratik Aklın Eleştirisinde (1786) Kant düşüncesi, cennetin ve öbür dünyanın varlığına dair bir kanıt bulmak için fiziksel ev­renden kopar. Çevremize bakınca da gördüğümüz gibi Dünyada kötülüğün cezalandırılmaması ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmemesi nedeniyle adaletin “öte dünyada tecelli etmesi gerekti­ğine işaret eder Kant. Ne yüce bir akıl yürütme! İşte böylece tam olarak, Kant’ın güzel ve yüce hakkındaki şu tümüyle takdir edilen tezine geliyoruz. Gece yücedir, gündüz güzel. Deniz yücedir, kara güzel; erkek yücedir, kadın güzel -ve benzeri. O dönemlerde pek çok profesör, tıpkı bunun gibi tezler öne sürdü, bu neredeyse zorunluydu.
Kant, bilimsel ilgisine rağmen, duyularla edinilen bilgiyi eleş­tirir ve bunun yerine bilginin Transendental tümdengelimden daha iyi bir şekilde türetildiğini öne sürer. Ama ne yazık ki hiç kimse bunun ne olduğunu anlamamıştır. Ama kesinlikle zihin maddeden daha üstündür ki madde her halükârda, sadece ona baktığımız için biçim alır. Gerçi eski bir hikâyedir ama Kant’ın Saf Aklın Eleştirisinin ikinci baskısına yazdığı önsözde (1787de, ilk baskıdan altı yıl sonra) felsefede Kopernik Devrimi’ni gerçek­leştirdiği düşüncesini açıklaması cesurca bir hareketti. Yeterince net bir şekilde anlaşılmaması durumuna karşın şunu ekler Kant; “çözülmemiş ya da en azından çözümüne dair bir anahtar sunul­mamış tek bir metafizik problemin olmadığını söylemeye cüret ediyorum.”
O halde bu Eleştirinin büyük bir kısmı, uzam ve zamanın hakiki doğasını anlamakta başarısızlığa neden olan hataları or­taya çıkarmaya adanmıştır. Bu durum Zenon’un paradokslarını andırıyor ki gerçekten de Eleştirinin 700 küsur sayfasının en etkili kısmı, paradoksal akıl yürütmenin dört örneğini göstermeyi amaçlayan “antinomiler” başlıklı kısa bölümdür. İlk paradoks; dünyanın hem zamanda hem de uzamda mutlaka bir başlangıcı vardır -yoktur. İkincisi; her şey daha küçük parçalardan oluş­muştur -her şey aynı şeyin bir parçasıdır. Üçüncüsü; neden ve sonuç tamamen mekaniktir -değildir. Nihayet sonuncusu; Tanrı zorunlu olarak vardır -Tanrı zorunlu olarak yoktur.
Zenon ve antiklerin tartışmalarından neleri ödünç almış olursa olsun, Eleştirinin bu kısmı, tüm felsefesini “antitezlerin “tezleri izlediği aynı biçimi kullanarak sürdüren Hegel kesinlikle etki­lemişti. Bununla birlikte Hegel, sözde “sentezler ekleyerek bu bilmeceleri çözerken, diğer yanda Zenon gibi Kant da yalnızca belirli düşünme biçimlerini gözden düşürmeyi amaçlamıştır.
Kant, Salt Aklın Sınırları içinde Dinde (1793) bunu daha da ilerletince Tanrının varlığına ilişkin tüm popüler teorileri tama­men yıkmıştı ve kitap tam da böyle yaparak yarattığı sıkıntıdan ötürü Prusya hükümdarı III. Frederick William tarafından ya­saklandı. Kant açıkça kuralları ihlal etmişti!
Ancak buna rağmen Kant felsefesini böylesine farklı kılan yine kurallardır; yalnızca katı ve esnetilmez olmayan, ayrıca bizzat aklın tezahürleri olduğu varsayılan kurallar. Bu kurallar içinde belki de en iyi bilineni kategorik imperatif dediği şeydir:
Öyle eyle ki senin eyleminin maksimi tüm rasyonel varlıklar tarafından bir yasa olarak kabul edilebilsin.
Bu emir İncil'deki “Onların size nasıl davranmalarını istiyorsa­nız, siz de onlara öyle davranın” sözüne benziyor bir parça, üstelik insana biraz da küflü peynir tadı veriyor. Öte yandan bu buyruğun Kantçı yorumu Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde (1785) tüm ahlaki meselelerde karar verilmesini sağlayacak bir buyruk olarak sunuluyor. Gerçi ilginçtir, bu buyruk en kolay sınama­larla bile çökecekmiş gibi görünüyor. Örneğin bu buyruk, pek de önemli olmayan şeyleri yasaklarken kesinlikle yasaklanması gereken şeylere izin verir. Mesela, filozofları rahatsız eden beş yaş altı tüm çocukların sopayla dövülmesi ve dillerinin kesilmesi bir “kural” olarak evrenselleştirilebildiği için geçerli olabilir, ancak borçlanmak yasaktır, çünkü bu durum -sanki herkes borçlana­cakmış gibi- piyasadan mevduatın çekilmesiyle sonuçlanacaktır. Demek ki Kant, Üçüncü Dünya çiftçilerine tohum ve kürek için mikro kredi sağlayan yardım kuruluşlarını en büyük kötülüğü yapmışlar gibi lanetleyebilir.
Kant, faydacılığa amansızca karşı çıktı, ayrıca ahlak ilkelerinin koşulsuz olarak ve sonuçlarına bakılmaksızın takip edilmesini savundu. Onun “buyruğunu bu kadar kategorik kılan şey budur.
Öyleyse her zaman doğruyu söylemek gerekir, hatta kurbanım avlayan meşhur manyak sorduğunda bile. Öte yandan, kimseye zarar verecek bir şey yapmayan biri, eylemlerini yönlendiren saik sadece hapishaneye gitme korkusuysa iyi bir insan değildir ve yar­dımsever esnaflar da satışlarını arttırmak için yardım yapıyorlarsa iyi insan değillerdir. Bu ahlak, bir anlamda “eski” ahlaktır. Adam Smith’in aynı dönemde yazdıklarıyla karşılaştırırsak, onun ahlak sistemini toplum sahnesinde işleyen “aydınlanmış kişisel-çıkar” etrafında neşeyle kurduğu görülür.
Sadece toplumların değil, ailelerin de kuralların yanında kişisel çıkarlar için küçük bir alana izin vermeleri gerekir. Fakat Kant hiçbir zaman evlenmedi ancak bir hayranı olan Maria von Herbert ile mektuplaşmalarında romantik konular üzerine tartışmıştı.
Maria, 1791de Kant a uzun zamandır hayranı olduğunu ve “doğruyu-söyleme ilkesi’ni son zamanlarda en yakın ilişkilerinde uyguladığını yazmıştı.
Maria coşkuyla, “bir müminin Tanrı sına yakarması gibi” diye başlıyor, “Ben de size yardımınız için, beni ölümüme hazırlayacak teselli ve öğüt için yalvarıyorum.” Görünüşe göre “eski bir mesele” diye bahsettiği sevgilisini “uzunca sürdürdüğü bir yalan” yüzün­den gücendirmişti. Aslında ilişkilerinde kötü giden bir şey yok­muş, ama “yalan yetmişti, bana olan aşkı yitip gitti” diye açıklıyor kadın. Sevgilisi, “onurlu bir adam” olarak, “arkadaş” kalmalarını önermişti. “Fakat bir zamanlar bizi birbirimize çeken, o içten gelen duygu artık yok -ve bu kalbimi binlerce parçaya ayırıyor!”
Bir dereceye kadar trajik. Maria, onu yaşamına son vermekten alıkoyan tek şeyin Kant’ın intihara karşı katı eleştirisi olduğunu da ekliyor. Kant derhal cevap yazar (e-posta, mektuplaşmanın değerini düşürmeden önce). Onun bu apaçık iyi niyetlerinin üzerine birkaç nazik sözden sonra, sert bir ifadeyle ona ödevini hatırlatır. Yalanların, anlaşmaların içinin boşalmasına ve gücünü kaybetmesine neden olduğu ve “bunun, genel olarak insanlık için yanlış olduğu” konusunda uyarır kadını. Bir yalanın, yanlışlığıyla doğrudan zarar vermesine gerek yoktur ve hatta iyi göründüğü zaman bile hakikatin genel olarak çöküşü şeklinde değerlendi­rilmelidir. “Bu nedenle, hiçbir menfaatle sınırlandırılmadan tüm ifadelerde doğru sözlü olmak, aklın kutsal ve mutlak emridir.”
Eğer böyle bir açık sözlülük bir çiftin ayrılmasına yol açıyorsa bunun sebebi, “sevginin ahlaki olmaktan ziyade fiziksel olması”dır ve her halükarda yakın zamanda bitecektir. Bu, müzmin bekâr Kant iç çeker, yaşamda sıklıkla karşılaşılan bir talihsizliktir. Neyse ki, bizzat yaşamın değerinin insanlardan edindiğimiz keyfe bağlı olması “gereğinden fazla büyütülmüştür.”
Maria, bir yıl sonra Kant’a verdiği cevabında, her ne kadar şimdi hayatı oldukça boş buluyor olsa da, onun ana hatlarıyla belirttiği yüksek ahlaki doğruluğu yakaladığını söyledi. Artık kendini her şeye karşı kayıtsız hissettiğini ve sağlık sorunları çektiğini belirtti. Tıpkı en iyi ahlak filozofları gibi, “her gün, beni sadece ölüme daha çok yaklaştırdığı ölçüde ilgilendiriyor.” diye yazdı. Öte yandan, Kant’ın profilindeki “engin dinginliği ve ahlaki derinliği” sezdiği için onu ziyaret etmek istiyordu -bu söylenene “Saf Aklın Eleştirisi’nden daha ala bir kanıt olur mu?” -“Tanrım” diye yalvarır, “bu dayanılmaz boşluğu ruhumdan söküp atacak bir şey ver.”
Fakat görünüşe göre Kant’ın buna verecek bir cevabı yoktur.
Kaynak: Felsefi Masallar, Martin Kohen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018


1 yorum:

  1. Do you understand there is a 12 word phrase you can tell your crush... that will trigger intense feelings of love and impulsive attractiveness to you buried within his chest?

    Because deep inside these 12 words is a "secret signal" that fuels a man's impulse to love, treasure and guard you with his entire heart...

    12 Words Will Trigger A Man's Desire Instinct

    This impulse is so built-in to a man's brain that it will drive him to try better than before to take care of you.

    As a matter of fact, fueling this dominant impulse is so mandatory to getting the best ever relationship with your man that the moment you send your man a "Secret Signal"...

    ...You'll instantly find him open his soul and heart to you in such a way he's never experienced before and he will distinguish you as the only woman in the universe who has ever truly appealed to him.

    YanıtlaSil