Immanuel Kant (1724-1804)
Oxford Companion to Philosophy’ nin editörlüğünde ciddi bir maharet
sergilemiş olan Ted Honderich, Kant’ın “modern zamanların en önemli Avrupalı
Filozofu” olduğunu düşünüyor, bu gerçekten önemli, aslına bakarsanız Kant
maddesini de o yazmıştır. Johann Herder’in onu (Kant’ı yani, Honderich’i değil,
şüphesiz her ikisi için de geçerlidir) şu şekilde betimlediğini öğreniyoruz:
Merkezinde ağırbaşlı bir neşe ve
sevincin bulunduğu geniş bir alna sahipti, en zengin düşüncelerle dolu
konuşması dudaklarından süzülürdü. Şakacılık, nükte ve mizah onun emrine
amadeydi... Ne hizip, ne mezhep, ne önyargı, ne de şöhret arzusu, onu en ufak
bir şekilde bile hakikati yaymak ve aydınlatmaktan alıkoyabilirdi. Başkalarını
kendileri için düşünmeye teşvik etti ve zorladı; despotizm onun zihniyetine
yabancı bir kavramdı.
18.
Yüzyılın
başlarında Blackwoods Magazine de
yazan Thomas de Quincey, Kant’ın kişisel yaşamının onun felsefesinden çok daha
ilginç olduğunu söylemişti ki Manchester Üniversitesinden Profesör Bird de bu
görüşün “derhal sapkınlık noktasında tuhaf sayılması gerektiği’ni ifade
etmişti. Graham Bird tam aksine, Kant’ın “transendental tam algı”sınm ve
“numenlerinin çok daha ilginç olduğunu düşünüyor. Hatta profesöre göre, bu
kavramlar Husserl’in “transendental-fenomenolojik-indirgeme” sine ilham
verdiğine ve David Davidson’ı “anomal monizrn’i tasarlamaya sevk ettiğine göre,
onlar ayrıca en önemliler
olarak da değerlendirilmelidirler.
Ancak biraz sapkınlığa da zaman ayırabiliriz. Kant felsefeye
kurallar koyarak katkıda bulunmuştur. Bu kurallar aynı zamanda onun kişisel
hayatını da belirlerler. Diğer bir deyişle, ikisini de incelemek tamamen
yerindedir.
FELSEFİ MASAL
Kant’ın, ilginç olmasa da, en önemli düşüncesi “uzam” ve
“zaman’ın sadece zihinsel aygıtımızın birer parçaları oldukları -yani “zihnin
dışında” olmadıkları- düşüncesidir. Biz dünyayı bir düzene koymak için neden ve
sonuç kavramlarını icat ederek olayları zamana yerleştiriyoruz. David Hume’un
neden ve sonuç kavramlarının temelinin tembel alışkanlıklar ve kör inançlardan
başka bir şey olmadığı keşfi, Kant’ı –Saf
Aklın Eleştirisinde yazdığı gibi- “dogmatik uykusundan
uyandırmıştı (Gerçi Bertrand Russell pek de nazik olmayan bir biçimde bu
uyanışın besbelli geçici olduğunu ve Kant’ın kısa bir süre sonra uykusuna geri
dönmesini sağlayan bir uyku ilacı icat ettiğini söylüyor).
Nedenin ve sonucun felsefi açıdan düşük bir konumda olması
Kant için önemlidir, çünkü davranışlarımızın sadece mekanik bir hale gelmesini
ve bizlerin biyolojik ve kimyasal komutları izleyen birer otomata indirgenmemizi
istemiyordu.
Onun günlük rutinini ele alalım, öyle dakikti ki, Königsberg
halkının saatlerini ona göre ayarladığı söyleniyordu. Bu sadece “eğlenceli” bir
düşünce olmaktan ziyade kayıtlı bir olaydır. Ne dakiklik ama! Önemsiz bir
insani meselede büyük bir zafer! Yani en azından filozoflar daima düşünmüşler.
Nietszche’nin ona taktığı isimle “Königsberg’in Çinlisi”, kim
bilir niye, her sabah saat 5.00’te uyanırdı, kesinlikle ne bir dakika erken ne
bir dakika geç. Sonrasında kahvaltı için ara vermeden yazmaya başlardı.
Felsefe, ürettiklerinin sadece küçük bir parçasıydı. Şöyle ki doğal hukuk,
mekanik, mineraloji, matematik, fizik ve coğrafya ile ilgili makaleler de onun
ilgi alanına giriyordu. Dünyanın geri kalanının uyandığı, sabahın uygun bir
saatinde de derslerini veriyordu. Kant ancak kırklı yaşlarının sonunda profesör
oldu, bu nedenle hayatının büyük bir kısmında saat başı ücretli bir okutman
olarak görev yapmıştı ve bu yüzden mümkün olduğu kadar çok sayıda ek özelliğe
sahip olması mantıksız değildi.
Kıta Avrupa'sı tarzındaki öğle yemeği, Kant’ın önderliğinde,
zekice seçilmiş ve akademiden olmayan ama entelektüel olan çok sayıda
arkadaşıyla görüşmek için büyük bir fırsattı. Her zaman en az üç (teslis)
arkadaşı olurdu ve asla dokuzdan fazla (esin perilerinin sayısı) olmazdı.
Kant’ın masasındaki sohbetler çok çeşitli konuları kapsardı ve bizzat Kant da
her zaman en son politik, ekonomik ve bilimsel gelişmelerle yakından
ilgilenirdi. Ayrıntıya düşkün hafızasıyla, Königsberg'ten ayrılmaya dair hiç bir
arzusu olmamasına ve halihazırda hiçbirini ziyaret etmemiş olmasına rağmen,
yabancı şehirleri ve yerleri uzun uzadıya tarif edebilirdi. Kant’ın küçük
kategorik imperatiflerinden bir diğeri de onun favori içeceği ile ilgiliydi.
Kahve çekirdeğinin yağının sağlıksız olduğunu düşündüğünden beri, öğle yemeğini
kahve ile değil ama her zaman açık bir çay ile bitiriyordu. Yemek acele etmeden
yeniyordu ama zaten Kant da günde tek öğün yiyordu.
Öğleden sonra Kant, yanında yağmur yağması ihtimaline karşı
şemsiye taşıyan uşağı Lampe eşliğinde nehir boyunca uzun bir yürüyüşe
çıkıyordu. Kant’ın, herkesin kendinde bir amaç olarak değerlendirilmesi, asla
bir amacın salt “araç”ı olarak değerlendirilmemesi gerektiği şeklindeki
kuralının (“bir insanın eylemlerinin diğerinin iradesine tabi olmasından daha
korkunç bir şey olamaz”) şemsiye taşıyan hizmetkarlar için geçerli olmadığı
açıkça ortadadır.
Eve dönünce, Kant kitaplarını çıkarır ve yatana kadar
çalışırdı. Her zaman akşam tam 10.00’da yatardı ya da “neredeyse” her zaman; çünkü
bir keresinde, iyi hesaplamadan bir daveti kabul edince saat 10.00' ü biraz
geçtikten sonra eve dönebilmişti. Bu aksaklık onu endişeyle sarsmıştı ve bir
daha böyle bir riski asla almayacağına dair ant içti.
Öğleden sonra Kant, yanında yağmur yağması
ihtimaline karşı şemsiye taşıyan uşağı Lampe eşliğinde nehir boyunca uzun bir
yürüyüşe çıkıyordu.
|
Yatakta bile belli kuralları takip etmesi gerekiyordu.
Kant’m, kendini çarşaflara doladığı ve böylece kendini sıkıca sarmaladığı bir
sistemi vardı. Onun yedi saatten az uyuduğunu da belirtelim. Sağlık konularıyla
ilgili, çok fazla uykunun tehlikelerine karşı uyardığı küçük bir kitapçık
yazdı. Her insanın uykuya ayıracağı belirli bir zamanının olduğunu ve tüm
zamanını yatakta yatarak geçirenlerin ERKEN ÖLECEĞİNİ açıkladı (Ebeveynim bunu
bana söyleseydi keşke...).
Kant’ın ilk aşkı bilim olduğu için (1755’te tamamladığı doktorası
felsefe üzerine değildi, “Ateş Hakkındaydı) bu uyarı ciddiye alınmalıdır. Tüm
kariyeri boyunca fizik ve coğrafya dersleri vermeye devam etti; Portekiz
depreminin ardından deprem üzerine ve Atlantik’in yağmur taşıyan rüzgârları
üzerine inceleme yazdı. Bunlarla birlikte güneş sisteminin nasıl oluşmuş
olabileceğine dair bir teori ortaya koydu Evrensel
Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı (General
Natural History and Theory of the Heavens) (1755). Bu teori,
matematikçi Pierre Simon Laplace tarafından daha da ilerletilmiş ve bugün
Kant-Laplace teorisi şeklinde adlandırılarak onurlandırılmıştır. Bununla
birlikte, bugün teorinin bazı bölümleri, örneğin güneş sistemindeki tüm
gezegenlerin yaşam barındırdığı ve zeki varlık yaşamının Güneş’ten uzaklaştıkça
arttığını söylediği bölümler gibi ikili savları tedavülden kalkmıştır.
Pratik Aklın Eleştirisinde (1786) Kant düşüncesi, cennetin ve
öbür dünyanın varlığına dair bir kanıt bulmak için fiziksel evrenden kopar.
Çevremize bakınca da gördüğümüz gibi Dünyada kötülüğün cezalandırılmaması ve
adaletin iyi bir şekilde tecelli etmemesi nedeniyle adaletin “öte dünyada
tecelli etmesi gerektiğine işaret eder Kant. Ne yüce bir akıl yürütme! İşte
böylece tam olarak, Kant’ın güzel ve yüce hakkındaki şu tümüyle takdir edilen
tezine geliyoruz. Gece yücedir, gündüz güzel. Deniz yücedir, kara güzel; erkek
yücedir, kadın güzel -ve benzeri. O dönemlerde pek çok profesör, tıpkı bunun
gibi tezler öne sürdü, bu neredeyse zorunluydu.
Kant, bilimsel ilgisine rağmen, duyularla edinilen bilgiyi eleştirir
ve bunun yerine bilginin Transendental tümdengelimden daha iyi bir şekilde
türetildiğini öne sürer. Ama ne yazık ki hiç kimse bunun ne olduğunu
anlamamıştır. Ama kesinlikle zihin maddeden daha üstündür ki madde her
halükârda, sadece ona baktığımız için biçim alır. Gerçi eski bir hikâyedir ama
Kant’ın Saf Aklın Eleştirisinin
ikinci baskısına yazdığı önsözde (1787de, ilk baskıdan altı yıl sonra)
felsefede Kopernik Devrimi’ni gerçekleştirdiği düşüncesini açıklaması cesurca
bir hareketti. Yeterince net bir şekilde anlaşılmaması durumuna karşın şunu
ekler Kant; “çözülmemiş ya da en azından çözümüne dair bir anahtar sunulmamış
tek bir metafizik problemin olmadığını söylemeye cüret ediyorum.”
O halde bu Eleştirinin
büyük bir kısmı, uzam ve zamanın hakiki doğasını anlamakta başarısızlığa neden
olan hataları ortaya çıkarmaya adanmıştır. Bu durum Zenon’un paradokslarını
andırıyor ki gerçekten de Eleştirinin
700 küsur sayfasının en etkili kısmı, paradoksal akıl yürütmenin dört örneğini
göstermeyi amaçlayan “antinomiler” başlıklı kısa bölümdür. İlk paradoks;
dünyanın hem zamanda hem de uzamda mutlaka bir başlangıcı vardır -yoktur.
İkincisi; her şey daha küçük parçalardan oluşmuştur -her şey aynı şeyin bir
parçasıdır. Üçüncüsü; neden ve sonuç tamamen mekaniktir -değildir. Nihayet
sonuncusu; Tanrı zorunlu olarak vardır -Tanrı zorunlu olarak yoktur.
Zenon ve antiklerin tartışmalarından neleri ödünç almış
olursa olsun, Eleştirinin bu kısmı,
tüm felsefesini “antitezlerin “tezleri izlediği aynı biçimi kullanarak sürdüren
Hegel kesinlikle etkilemişti. Bununla birlikte Hegel, sözde “sentezler
ekleyerek bu bilmeceleri çözerken, diğer yanda Zenon gibi Kant da yalnızca
belirli düşünme biçimlerini gözden düşürmeyi amaçlamıştır.
Kant, Salt Aklın Sınırları içinde
Dinde (1793) bunu daha da ilerletince Tanrının varlığına ilişkin
tüm popüler teorileri tamamen yıkmıştı ve kitap tam da böyle yaparak yarattığı
sıkıntıdan ötürü Prusya hükümdarı III. Frederick William tarafından yasaklandı.
Kant açıkça kuralları ihlal etmişti!
Ancak buna rağmen Kant felsefesini böylesine farklı kılan
yine kurallardır; yalnızca katı ve esnetilmez olmayan, ayrıca bizzat aklın
tezahürleri olduğu varsayılan kurallar. Bu kurallar içinde belki de en iyi
bilineni kategorik imperatif dediği şeydir:
Öyle
eyle ki senin eyleminin maksimi tüm rasyonel varlıklar tarafından bir yasa
olarak kabul edilebilsin.
Bu emir İncil'deki “Onların size nasıl davranmalarını
istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın” sözüne benziyor bir parça, üstelik
insana biraz da küflü peynir tadı veriyor. Öte yandan bu buyruğun Kantçı yorumu
Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde
(1785) tüm ahlaki meselelerde karar verilmesini sağlayacak bir buyruk olarak
sunuluyor. Gerçi ilginçtir, bu buyruk en kolay sınamalarla bile çökecekmiş gibi
görünüyor. Örneğin bu buyruk, pek de önemli olmayan şeyleri yasaklarken
kesinlikle yasaklanması gereken şeylere izin verir. Mesela, filozofları
rahatsız eden beş yaş altı tüm çocukların sopayla dövülmesi ve dillerinin
kesilmesi bir “kural” olarak evrenselleştirilebildiği için geçerli olabilir,
ancak borçlanmak yasaktır, çünkü bu durum -sanki herkes borçlanacakmış gibi-
piyasadan mevduatın çekilmesiyle sonuçlanacaktır. Demek ki Kant, Üçüncü Dünya
çiftçilerine tohum ve kürek için mikro kredi sağlayan yardım kuruluşlarını en
büyük kötülüğü yapmışlar gibi lanetleyebilir.
Kant, faydacılığa amansızca karşı çıktı, ayrıca ahlak
ilkelerinin koşulsuz olarak ve sonuçlarına bakılmaksızın takip edilmesini
savundu. Onun “buyruğunu bu kadar kategorik kılan şey budur.
Öyleyse
her zaman doğruyu söylemek gerekir, hatta kurbanım avlayan meşhur manyak
sorduğunda bile. Öte yandan, kimseye zarar verecek bir şey yapmayan biri,
eylemlerini yönlendiren saik sadece hapishaneye gitme korkusuysa iyi bir insan
değildir ve yardımsever esnaflar da satışlarını arttırmak için yardım
yapıyorlarsa iyi insan değillerdir. Bu ahlak, bir anlamda “eski” ahlaktır. Adam
Smith’in aynı dönemde yazdıklarıyla karşılaştırırsak, onun ahlak sistemini
toplum sahnesinde işleyen “aydınlanmış kişisel-çıkar” etrafında neşeyle kurduğu
görülür.
Sadece toplumların değil, ailelerin de kuralların yanında
kişisel çıkarlar için küçük bir alana izin vermeleri gerekir. Fakat Kant hiçbir
zaman evlenmedi ancak bir hayranı olan Maria von Herbert ile mektuplaşmalarında
romantik konular üzerine tartışmıştı.
Maria, 1791de Kant a uzun zamandır hayranı olduğunu ve
“doğruyu-söyleme ilkesi’ni son zamanlarda en yakın ilişkilerinde uyguladığını
yazmıştı.
Maria coşkuyla, “bir müminin Tanrı sına yakarması gibi” diye
başlıyor, “Ben de size yardımınız için, beni ölümüme hazırlayacak teselli ve
öğüt için yalvarıyorum.” Görünüşe göre “eski bir mesele” diye bahsettiği
sevgilisini “uzunca sürdürdüğü bir yalan” yüzünden gücendirmişti. Aslında
ilişkilerinde kötü giden bir şey yokmuş, ama “yalan yetmişti, bana olan aşkı
yitip gitti” diye açıklıyor kadın. Sevgilisi, “onurlu bir adam” olarak,
“arkadaş” kalmalarını önermişti. “Fakat bir zamanlar bizi birbirimize çeken, o
içten gelen duygu artık yok -ve bu kalbimi binlerce parçaya ayırıyor!”
Bir dereceye kadar trajik. Maria, onu yaşamına son vermekten
alıkoyan tek şeyin Kant’ın intihara karşı katı eleştirisi olduğunu da ekliyor.
Kant derhal cevap yazar (e-posta, mektuplaşmanın değerini düşürmeden önce).
Onun bu apaçık iyi niyetlerinin üzerine birkaç nazik sözden sonra, sert bir
ifadeyle ona ödevini hatırlatır. Yalanların, anlaşmaların içinin boşalmasına ve
gücünü kaybetmesine neden olduğu ve “bunun, genel olarak insanlık için yanlış
olduğu” konusunda uyarır kadını. Bir yalanın, yanlışlığıyla doğrudan zarar
vermesine gerek yoktur ve hatta iyi göründüğü zaman bile hakikatin genel olarak
çöküşü şeklinde değerlendirilmelidir. “Bu nedenle, hiçbir menfaatle
sınırlandırılmadan tüm ifadelerde doğru sözlü olmak, aklın kutsal ve mutlak
emridir.”
Eğer böyle bir açık sözlülük bir çiftin ayrılmasına yol
açıyorsa bunun sebebi, “sevginin ahlaki olmaktan ziyade fiziksel olması”dır ve
her halükarda yakın zamanda bitecektir. Bu, müzmin bekâr Kant iç çeker, yaşamda
sıklıkla karşılaşılan bir talihsizliktir. Neyse ki, bizzat yaşamın değerinin
insanlardan edindiğimiz keyfe bağlı olması “gereğinden fazla büyütülmüştür.”
Maria, bir yıl sonra Kant’a verdiği cevabında, her ne kadar
şimdi hayatı oldukça boş buluyor olsa da, onun ana hatlarıyla belirttiği yüksek
ahlaki doğruluğu yakaladığını söyledi. Artık kendini her şeye karşı kayıtsız
hissettiğini ve sağlık sorunları çektiğini belirtti. Tıpkı en iyi ahlak
filozofları gibi, “her gün, beni sadece ölüme daha çok yaklaştırdığı ölçüde
ilgilendiriyor.” diye yazdı. Öte yandan, Kant’ın profilindeki “engin dinginliği
ve ahlaki derinliği” sezdiği için onu ziyaret etmek istiyordu -bu söylenene “Saf Aklın Eleştirisi’nden daha ala bir
kanıt olur mu?” -“Tanrım” diye yalvarır, “bu dayanılmaz boşluğu ruhumdan söküp
atacak bir şey ver.”
Fakat görünüşe göre Kant’ın buna verecek bir cevabı yoktur.
Kaynak: Felsefi Masallar, Martin Kohen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018
Kaynak: Felsefi Masallar, Martin Kohen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018
Do you understand there is a 12 word phrase you can tell your crush... that will trigger intense feelings of love and impulsive attractiveness to you buried within his chest?
YanıtlaSilBecause deep inside these 12 words is a "secret signal" that fuels a man's impulse to love, treasure and guard you with his entire heart...
12 Words Will Trigger A Man's Desire Instinct
This impulse is so built-in to a man's brain that it will drive him to try better than before to take care of you.
As a matter of fact, fueling this dominant impulse is so mandatory to getting the best ever relationship with your man that the moment you send your man a "Secret Signal"...
...You'll instantly find him open his soul and heart to you in such a way he's never experienced before and he will distinguish you as the only woman in the universe who has ever truly appealed to him.