Bertrand Russell Batı
Felsefesi Tarihinde, “Spinoza, büyük filozofların içinde en asil
ve en mütevazısıdır” diye açıklıyor. “Diğerleri entelektüel olarak onu
aşmıştır, ama etik olarak o en üstün olandır.” Russell’a göre, onun bu “muazzam
erdemliliği”, hem yaşarken hem de ölümünden sonra asırlar boyunca neden “dehşet
veren bir günahkar” olarak görüldüğünü açıklıyor olsa gerek. Ancak, işin içinde başka nedenler de olabilir.
FELSEFÎ MASAL
Spinoza’nın
hayatı yeterince tehlikesiz görünüyor. Günlerini Amsterdam'da optik ve fenni
lensler yaparak geçiriyordu. İstese Heidelberg'de Felsefe Kürsüsüne
kurulabilirdi ama o parlatma ve perdahlama işlerine devam etmeyi tercih etti.
Sadece işten arta kalan zamanlarında yazıyordu, her şeyin esasen “tek bir şey”
olması gerektiği; zihin ve bedenin aynı şeyin iki veçhesi olduğu; bu bir şeyin
kaya, hayvan ve Tanrı olma gibi pek çok veçhesi olduğu sonucuna varacaktı.
Hayatı boyunca sadece iki kitap yayımladı. İlki, Kartezyen
felsefeyle genellikle aynı fikirde olmadığına dikkat çeken bir önsöz ile
birlikte yayımladığı Descartes Felsefesinin ilkeleriydi (zira zihin ve maddenin iki ayrı şey olduğunu
düşünmüyordu Spinoza, ama aynı şeyin iki ayrı “veçhesi” vardır, insanların
“özgür iradesi yoktur ve de insan idrakinin ötesinde bir şey yoktur).
İkincisi,
Teolojik-Politik İnceleme (Tractatus Theologico-Politicus) idi. Bu
kitap İncile bir bütün
olarak ahlaki mesajından dolayı övgüde bulunmasına rağmen, Eski ve Yeni Ahit
hakkında pek çok kuşkucu yorum içeriyordu. Kitap bugünün bakış açısıyla
yalnızca özverili bir çalışma gibi görünse de, Spinoza kitaptaki kimi
ayrıntıların kutsal kitabı tahrif ettiği iddiasıyla sapkınlıkla suçlanmaktan
endişelendiği için eserin isimsiz yayımlanmasını istemişti. Gerçekten de, Teolojik-Politik İnceleme hemen tartışmalara
neden oldu ve yazarın “maskesi düşüp” altından Spinoza çıkınca o daha da fazla
hakarete uğradı. Öyle ki, ölümünden sonra diğer yazıları arkadaşları tarafından
yayımlandığında bile arkadaşları “Şaheser’i Ethica
da dahil olmak üzere kitaplarını “B.D.S.” şeklinde imzalayarak yazarın Spinoza
olduğunu gizlemeyi seçmişlerdi. Böylece, Batı Felsefesinin en temel “modern”
metinlerinden biri olan “Geometrik Yöntemle Kanıtlanmış Ethica” da hakikaten
adsız yayımlanmak zorunda kaldı.
“Zihnini dinlendirmek” istediği zamanlarda, örümcek ağma bir sinek koyup, “sonra büyük bir keyifle ve hatta bazen gülmekten katılarak izlerdi.”
|
Descartes’ın Meditasyonları
gibi Ethica da Tanrıya
inanmak için mantıklı bir temel oluşturmakla ilgilidir ki bu durum, bugün
oldukça masum görünen bir stratejidir. Fakat Spinozanın Tanrısı pek çok
sıfattan (örneğin dilek, fikir veya tercih sahibi olmaktan) arınmış olduğundan,
o çağda birçoğuna göre bu Tanrı ateizmin bir başka adıydı ve hemşerilerinin
Spinoza hakkında söylediği kötü sözleri doğrular mahiyetteydi.
Tam olarak neyle suçlandığını kimse bilmez, ama ilk biyografi
yazarlarından biri olan Colerus, Spinozanın pipo içerek rahatladığını ya da
“zihnini dinlendirmek” istediği zamanlarda, birbirleriyle dövüşen örümcekler
aradığını ya da (bulamazsa) örümcek ağma bir sinek koyup, “sonra büyük bir
keyifle ve hatta bazen gülmekten katılarak izlediğini” anlatıyor.
Böyle çarpıtmalar televizyondan önce de vardı demek ki.
İnsanlar
Böyle mi Doğar ya da Sonradan mı Böyle Olur?
Spinoza, Amsterdamda mütevazı Baruch Ben Michael olarak doğdu
(daha sonra adını Benedictus de Spinoza şeklinde Latinceleştirdi). Ailesi
İspanyol Engizisyonu ve onun kâfir avcılarının dehşet saçtığı dönemlerde
İspanyadan Hollanda’ya kaçmıştı. Annesi daha o bebekken öldü ve Amsterdam iş
dünyasında ve Yahudi cemaatinde saygın bir sima olan babası da, Baruch 22
yaşındayken öldü.
Ben Michael ailesi Yahudi’ydi, ancak son birkaç kuşaktır,
alaycı bir adlandırmayla “Marrano” olarak bilinen özel bir tür Katoliktiler (en
azından resmi olarak), ardından tekrar Yahudiliğe döneceklerdi (Terim,
Yahudilikte katı bir şekilde yasaklanmış olan “domuz etini yiyen” Yahudileri
tanımlamak için kullanılmıştır). İster Yahudi olsunlar ister “Marrano
Katoliği”, dinleri onları daha sonra genç bir cumhuriyet olacak, fazlasıyla
Kalvinist Hollanda’yla uyuşmazlık içine sokuyordu. Spinoza, zamanının kültürel
ya da dinî cemiyetlerinden herhangi biriyle tanımlanmayı reddetti ve sadece
tek bir aidiyeti; en seküler olanı kabul etti. Kendisini Hollanda vatandaşı
olarak gördü ve gururla ondan “vatan” diye söz etti.
Dikkatinizi çekerim, daha önceki ve sonraki pek çok HollandalI göçmen gibi o da
bu memleketin dilini zar zor konuşabiliyordu.
Çocukken,
İspanyolca ve Portekizceyle yetiştirilmişti, daha sonra akademik amaçla Latince
ve İbranice öğrenmişti. Ama Flemenkçe değil. Bu dili sanki “osmoz” aracılığıyla
kazara ve eksik olarak toplanmış bir şey gibi görüyordu.
Baruch, Musevi dininin Talmud,
Eski Ahit gibi büyük dinî metinlerine ve
zaman zaman ortaçağ filozofu Maimonidesinki gibi daha “felsefi” yorumlara
saplantı derecesinde kafa patlatan, oldukça sıkı biçimde aşırı-geleneksel olan
bir Haham okuluna gönderildi.
Maimonides’in Spinoza üzerinde açıkça büyük bir etkisi olmuştu.
Maimonides, Kafası Karışıklara Rehberde
(Delâletul- Hâirîn),
inananlar için bir takım problemleri gündeme getiriyor ve daha sonra onları
kendinden emin bir şekilde cevaplıyordu. Spinoza her zaman hızlı öğrenen
biriydi ve kısa süre içinde kendi başına metinlerdeki sorunları görmeye
başladı, ancak çözümleri bulmada bu kadar iyi değildi. Aslına bakılırsa çözüm
diye bir şeyin olmadığına karar verdi; zira bu metinler çeşitli yazarlara ait
kusurlu insan yapılarıydı ve hiç de Tanrı kaynaklı değillerdi!
Örneğin, okulda Eski Ahit’teki ilk beş kitabın, tümü Musa
tarafından yazıldığı için ilahi olduğu öğretilirdi. Ancak Spinoza, bu durumda
Musa’nın ölümünü ve sonraki olayları anlatan bölümün onun tarafından nasıl
yazılmış olduğunu (tıpkı diğer âlimler gibi) merak etmişti.
Nihayetinde Spinoza, geleneksel dinlerin batıl inanç ve aldatmacadan
oluşan bir karışım olduğuna ve sadece felsefece düşünmeyen kitleleri temel
ahlaki ilkelere yönlendirdiği ölçüde yararlı olduğuna karar verdi. Spinoza'nın
alternatif Tanrısı, Yahudi Tanrıdan farklı olarak, görüş ya da tercihlere
sahip değildir ve kesinlikle insanlar ya da kavimler arasında seçim yapmaz.
Spinoza'nın Sevgi dolu Tanrısı “doğa” ile aynı şeymiş gibi görünüyor. “Deus sive Natura” -Tanrı ve Doğa
birdir. 18 yaşındayken, kendisine Latince öğreten ve ona “bilim insanlarının,
Coper- nicus, Galileo, Kepler, Huygens ve Descartes’ın yeni dünyasını tanıtan
HollandalI bir öğretmenle çalışırken, bu türden bir Tanrı hakkında bilgi
edinmeye de başlamıştı.
1656da, Spinoza 24 yaşındayken sinagogunun büyüklerine artık
gına getirmişti. Onu Yahudi cemaatinden aforoz ettiler.
Dalalet yolunu hidayete döndürmede
başarısız olduğu için ve tam tersine, uyguladığı ve öğrettiği menfur
sapkınlıklarına dair, hem de korkunç
eylemlerine dair her geçen gün daha da ciddi bilgiler geldiği
için heyet adı geçen Spinoza’nın İsrail halkından aforoz edilmesine ve
kovulmasına karar vermiştir.
Meleklerin hükmü, kutsal adamların
emri ve Tanrının rızasıyla Baruch de Spinoza’yı aforoz
ediyor, kovuyor, aşağılıyor ve lanetliyoruz (mübarek olsun)...
Gece ve gündüz, yattığında ve kalktığında lanet üzerinde olsun. Dışarı
çıktığında ve içeri girdiğinde lanet üzerinde olsun.
Sanki yeterince kesin değilmiş gibi bir de şunu ekliyorlar:
“Tanrı onu bağışlamayacak, aksine Tanrının öfkesi ve kıskançlığı onu boğacak ve
bu kitapta yazılmış tüm lanetler onun üzerinde olacak ve Tanrı onun ismini cennetten silecek.”
Ancak, her ne kadar, resmi hüküm ya da bilinen adıyla “che-
rem”, “şeytani düşünceler ve davranışlar”, “menfur sapkınlıklar” ve “korkunç
eylemler”i söz konusu etse de, belirli bir eylem kaydedilmemiştir ve bu yüzden
filozoflar bu düşmanlığa neyin sebep olduğu konusunda o zamandan beri
spekülasyon yapmaktadırlar.
Bir yaklaşıma göre afarozun nedeni, 1660’larda cemaatin
başına dert olmuş bir tartışmayı Spinoza'nın tekrar gündeme getirmesidir. Söz
konusu tartışma, ölümden sonra ruhun akibeti hakkındaydı ve nihayetinde
Venedik’teki Yahudi cemaatinden yol göstermesi için yardım istedikten sonra
konu kapanmıştı. Konuya dair görüşlerden biri, kimi zaman Maimonidese atfedilen,
ölümden sonra yalnızca bilginin daha doğrusu Tanrının bilgisinin kalacağını
öne süren görüştür. Spinoza'nın görüşleri de benzer görünüyor. Diğer yandan,
belki de konunun tartışmalı doğasından ötürü, yorumcular Spinoza nm,
görüşlerini özellikle karmaşık ve kafa karıştırıcı bir tarzda ifade ettiğinden
şikâyet ediyorlar. Hatta o kadar ki bazıları, Spinoza'nın görüşlerinin, modern
Britanyalı filozof Jonathan Bennett’in pek de nazik olmayan bir şekilde
söylediği gibi, “başkalarının da saçmalamasına yol açan saçmalıklar” oldukları
sonucuna varmıştır.
Ama kendimiz karar verelim. Spinoza, Ethica'nın V. Bölümünde şöyle diyor;
insan zihni “bedenle birlikte mutlak olarak yok olmaz, ancak ondan bir kısım
ebedi olarak kalır.” İnsan zihninin bu ebedi kısmı; “insan bedeninin özünü, "sub specie aeternitatis" ifade eden ve
insan zihninin özüne ait olan bir ideadır.” Saçmalık?
Belki.
Ama şık bir saçmalık. Neyse zaten Spinoza'nın buna dair bir kanıtı var. “Gerçi
bedenden önce var olduğumuzu hatırlamamız imkânsızdır -zira bu durumun bedende
hiçbir izi yoktur ve ebedilik ne zamanla tanımlanabilir ne de onun zamanla
herhangi bir ilişkisi olabilir-, ancak yine de ebedi olduğumuzu hisseder ve
deneyimleriz.”
Ya da aforoz, Spinoza'nın belirli bir duruşu benimsemesinden
ziyade dini metinlere yönelik “eleştirel okuma” yaklaşımını benimsemesinden
dolayı da gerçekleşmiş olabilir. Her neyse, zaten Spinoza'nın dini sistemindeki
biri için aforoz edilmek neredeyse hiç endişe yaratmayacaktır. Bilakis aforoz
Spinoza'nın, çeşitli dini otoriteleri kontrol altında tutmak için toplumun
seküler bir rejime ihtiyaç duyduğu yönündeki politik kanaatini pekiştirmeye
hizmet etmişti. Spinoza kendi politik teorisinde, çağdaşı ve suç ortağı Thomas
Hobbes’un insan doğası ve güçlü bir merkezi hükümet ihtiyacı hakkındaki
görüşlerini benimsedi, fakat Hobbes un aksine o, politik hoşgörüyü tercih
etti. Kişisel koşulları düşünüldüğünde gayet doğal olarak Spinoza, aynı
zamanda yurttaşların yönetilmeye rıza göstermesini sağlamak için hoşgörünün
gerekli olduğunu da savundu.
30 yaşına geldiğinde dikkate değer bir üne sahipti ve görüşlerini
tartışmaya, desteklemeye kendini adamış bir topluluk vardı. Öte yandan sadece
birkaç yıl sonra, 1670de, Teolojik-Politik İnceleme
yi (Tractatus Theologico-Politicus)
yayımladı ve görüşleri daha da aleni hale geldi. Dinin rolünü toplum ve
politika bağlamında incelemeyi amaçlayan kitapta şunun gibi ifadeler vardır:
Böylece Tanrı, İsa’nın zihni yoluyla
Havarilere göründü, tıpkı daha önce Musa’ya göksel bir sesle göründüğü gibi. Bu
nedenle Mesih’in sesine, Musa’nın işittiği ses denebileceği gibi, Tanrının sesi
de denebilir. Bu anlamda Tanrının bilgeliğinin, insanüstü bir bilgelik olan bu
bilgeliğin İsa’da insani bir doğaya büründüğünü... söyleyebiliriz.
Ancak Spinoza'nın geliştirdiği (ve Ethicada
görücüye çıkardığı) yöntem daha çok matematikseldir. Spinoza meseleleri
araştırmak için önce, altta yatan “aksiyomlar”ı tanımlar ve sadece sağlam
kanıtlamalarla bir sonuç elde etmeye çalışır. Tüm bunlar, Heidelberg
Üniversitesinin kıdemlilerini 1673’te kendisine Felsefe
Kürsüsü’nü
sunmalarını sağlayacak kadar etkilemişti, ancak o bu teklifi reddetti. Bunun
yerine Hollanda’da kalmayı tercih etti, Ethica
yı yayıma hazırladı ve mercek perdahçısı olarak çalışırken -sadece gözlük için
değil, bilimsel araçlar için de- aynı zamanda felsefi hayranları tarafından da
maddi olarak destekleniyordu.
Onun kesinlik arayışının sonucu olarak felsefesinin “matematiksel”
kısmı şaşırtıcı bir şekilde okunaksızdır. Genellikle matematiksel tarzda ifade
edilmemiş ve dipnotlar gibi yerleştirilmiş küçük parçalar daha fazla kavrayış
sunar. Aşırı rasyonalizmden kaynaklanan bir mesele de, gelecekteki bir felakete,
halihazırda gerçekleşmiş bir felakete duyulandan daha çok kaygı duymanın irrasyonelliğidir. Örneğin, İspanyol Engizisyonu tarafından yarın ölüme
mahkûm edilmeye karşı, mesela bin yıl önce Filistin’den yapılan “toplu göç’e
duyulandan daha fazla kaygı duymak mantıksızdır. Buna verilen, “peki, tamam,
toplu göç çok fazla acıya yol açmış olabilir ama bu konuda hiçbir şey
yapamayız, oysa yarın olacaklara etki edebiliriz”
cevabına karşılık, Tanrının tüm olayları halihazırda planlamış olduğunu ve
sadece insani cehaletimizin bize olayları kontrol edebileceğimizi
düşündürdüğünü söylecektir Spinoza.
O halde Spinoza’nın duygulara karşı bir “devası vardır. “Kutluluk”
diye yazar, “erdemin mükâfatı değil, erdemin kendisidir” ve ekler;
“kutluluktan, şehvetlerimizi dizginlemekle hoşnut olmayız; aksine, ondan hoşnut
olduğumuz için şehvetlerimizi dizginleyebiliriz.”
Felsefe çevrelerinde çokça alıntılanan Ethica nm kapanış bölümü, iyimser ve
dostane bir tonda şöyle diyor:
"Böylece zihnin duygular üzerindeki
gücü ve onun özgürlüğüyle ilgili açıklamak istediğim her şeyi tamamladım. Bu
söylenenlerden, bilge bir insanın ne kadar güçlü olduğu ve yalnızca şehvetiyle
güdülen bir cahile kıyasla ne kadar üstün olduğu açığa çıkıyor; çünkü cahil
insan dışsal nedenler yüzünden pek çok açıdan tahrik edilmekle ve bir türlü
ruhsal huzura erememekle kalmaz, aynı zamanda o hem kendinin hem Tanrının hem
de şeylerin tümüyle cahili olarak yaşar ve tutkulara maruz kalmayı/edilgin
olmayı bırakır bırakmaz var olmayı da bırakır. Diğer taraftan bilge insan,
bilge olarak görülebildiği sürece, ruhsal açıdan sarsılmaz, tam tersine
kendisinin, Tanrının ve şeylerin belirli bir ebedi zorunlulukla [bu şekilde
olduklarının] bilincine sahip olduğu için var olmaya asla son vermez ve her
zaman ruhsal dinginliği yaşar."
İşte bu, Spinozacı ölümsüzlük türüdür; bireyin kendinden daha
kalıcı olan bir ideadan pay alması. Aynı şekilde, eğer birisi matematiksel bir
formül keşfeder (sözgelimi, Pythagoras’ınki gibi) ve onu bir kâğıt parçasına
yazarsa, formül hatırlandığı ya da dikkate alındığı sürece o kâğıt parçasından
çok daha uzun süre var olmaya devam eder. Sonrasında, Spinoza şaheserini şu
sözlerle sonlandırıyor:
"Bizi böyle bir hale taşıyacağını
gösterdiğim yol, oldukça zorlu görünse bile yine de bulunabilir; gerçekten de
nadir bulunduğu için zorlu olsa gerek. Hem esenliğimiz elimizin altında olsaydı
ve büyük emekler harcamadan bulunabilseydi neredeyse herkes tarafından nasıl
ihmal edilebilirdi ki? Ama tüm seçkin şeyler nadir oldukları kadar zorludur
da."
Spinoza gerçekten de “‘filozofların filozofudur” Çalışmaları
gerçekten zordur ve sadece filozoflar onları anlayabilir. Öte yandan sıradan
insana verdiği güven verici mesaj şudur; Tanrı mükemmel olduğu için O ve dünya
bu olduklarından başka türlü olamaz. Bu duruş, ya da en azından Spinozanın
çağdaşı Leibniz’in duyurduğu versiyonu, Voltaire tarafından Candidede çok eğlenceli bir şekilde
alaya alınıyor. Dr. Pangloss, felaket üstüne felaketle karşılaştığı bir yaşam
sürerken, sürekli “mümkün dünyaların en iyisi olan bu dünyada her şey bu
haliyle en iyidir” demekte ısrar ediyor -ama bakalım Spinozanın kendisi ne
diyor:
Şeyler olduklarından farklı şekilde
olsalardı, Tanrının iradesinde bir değişimin olması gerekirdi; ne var ki (onun
mükemmelliği üzerinden açıkça gösterdiğimiz gibi) Tanrının iradesi değişemez:
Öyleyse şeyler de olduklarından başka türlü olamazlar {Ethica, I. Bölüm, Önerme XXXIII, Not
II).
Sonuç olarak, “özgür bir insan”, “en az ölümü düşünür;
onun bilgeliği ölüm üzerine değil, yaşam üzerine düşünmektir” diyerek coşkuyla
bağlıyor Spinoza. Her şey halihazırda belirlenmiş durumda ve insanlar olaylara
sadece katlanmak yerine onları kabul etmede özgür oldukları için, bu kısıtlı
anlamda ‘özgürdürler. Tıpkı ağa yakalanmış bir sinek gibi. Ha ha ha!
Kaynak:Felsefi Masallar, Martin Kohen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018.
Do you realize there's a 12 word phrase you can say to your partner... that will trigger intense emotions of love and instinctual attractiveness for you deep inside his heart?
YanıtlaSilBecause hidden in these 12 words is a "secret signal" that fuels a man's instinct to love, treasure and look after you with all his heart...
12 Words Will Fuel A Man's Love Impulse
This instinct is so hardwired into a man's brain that it will drive him to try better than before to make your relationship as strong as it can be.
Matter-of-fact, fueling this mighty instinct is absolutely mandatory to achieving the best ever relationship with your man that once you send your man a "Secret Signal"...
...You'll instantly find him open his soul and mind to you in such a way he's never expressed before and he will see you as the only woman in the world who has ever truly interested him.