24 Şubat 2020 Pazartesi

FELSEFİ MASALLAR: SPİNOZA

SPİNOZA ile ilgili görsel sonucu
Spinoza: (1632-1677) Büyük filozofların içinde en asil ve en mütevazısı
Bertrand Russell Batı Felsefesi Tarihinde, “Spinoza, büyük filozofların içinde en asil ve en mütevazısıdır” diye açıklıyor. “Diğerleri entelektüel olarak onu aşmıştır, ama etik olarak o en üstün olandır.” Russell’a göre, onun bu “muazzam erdemliliği”, hem yaşarken hem de ölümünden sonra asırlar boyunca neden “dehşet veren bir günahkar” olarak görüldüğünü açıklıyor olsa gerek. Ancak, işin içinde başka nedenler de olabilir.
FELSEFÎ MASAL
Spinoza’nın hayatı yeterince tehlikesiz görünüyor. Günlerini Amsterdam'da optik ve fenni lensler yaparak geçiriyordu. İstese Heidelberg'de Felsefe Kürsüsüne kurulabilirdi ama o parlatma ve perdahlama işlerine devam etmeyi tercih etti. Sadece işten arta kalan zamanlarında yazıyordu, her şeyin esasen “tek bir şey” olması gerektiği; zihin ve bedenin aynı şeyin iki veçhesi olduğu; bu bir şeyin kaya, hayvan ve Tanrı olma gibi pek çok veçhesi olduğu sonucuna varacaktı.
Hayatı boyunca sadece iki kitap yayımladı. İlki, Kartezyen felsefeyle genellikle aynı fikirde olmadığına dikkat çeken bir önsöz ile birlikte yayımladığı Descartes Felsefesinin ilkeleriydi (zira zihin ve maddenin iki ayrı şey olduğunu düşünmüyordu Spinoza, ama aynı şeyin iki ayrı “veçhesi” vardır, insanların “özgür iradesi yoktur ve de insan idrakinin ötesinde bir şey yoktur).
İkincisi, Teolojik-Politik İnceleme (Tractatus Theologico-Politicus) idi. Bu kitap İncile bir bütün olarak ahlaki mesajından dolayı övgüde bulunmasına rağmen, Eski ve Yeni Ahit hakkında pek çok kuşkucu yorum içeriyordu. Kitap bugünün bakış açısıyla yalnızca özverili bir çalışma gibi görünse de, Spinoza kitaptaki kimi ayrıntıların kutsal kitabı tahrif ettiği iddiasıyla sapkınlıkla suçlanmaktan endişelendiği için eserin isimsiz yayımlanmasını istemişti. Gerçekten de, Teolojik-Politik İnceleme hemen tartış­malara neden oldu ve yazarın “maskesi düşüp” altından Spinoza çıkınca o daha da fazla hakarete uğradı. Öyle ki, ölümünden sonra diğer yazıları arkadaşları tarafından yayımlandığında bile arkadaşları “Şaheser’i Ethica da dahil olmak üzere kitaplarını “B.D.S.” şeklinde imzalayarak yazarın Spinoza olduğunu gizle­meyi seçmişlerdi. Böylece, Batı Felsefesinin en temel “modern” metinlerinden biri olan “Geometrik Yöntemle Kanıtlanmış Ethica” da hakikaten adsız yayımlanmak zorunda kaldı.
“Zihnini dinlendirmek” istediği zamanlarda, örümcek ağma bir sinek koyup, “sonra büyük bir keyifle ve hatta bazen gülmekten katılarak izlerdi.”


Descartes’ın Meditasyonları gibi Ethica da Tanrıya inanmak için mantıklı bir temel oluşturmakla ilgilidir ki bu durum, bugün oldukça masum görünen bir stratejidir. Fakat Spinozanın Tanrısı pek çok sıfattan (örneğin dilek, fikir veya tercih sahibi olmaktan) arınmış olduğundan, o çağda birçoğuna göre bu Tanrı ateizmin bir başka adıydı ve hemşerilerinin Spinoza hakkında söylediği kötü sözleri doğrular mahiyetteydi.
Tam olarak neyle suçlandığını kimse bilmez, ama ilk biyog­rafi yazarlarından biri olan Colerus, Spinozanın pipo içerek rahatladığını ya da “zihnini dinlendirmek” istediği zamanlarda, birbirleriyle dövüşen örümcekler aradığını ya da (bulamazsa) örümcek ağma bir sinek koyup, “sonra büyük bir keyifle ve hatta bazen gülmekten katılarak izlediğini” anlatıyor.
Böyle çarpıtmalar televizyondan önce de vardı demek ki.
İnsanlar Böyle mi Doğar ya da Sonradan mı Böyle Olur?
Spinoza, Amsterdamda mütevazı Baruch Ben Michael olarak doğdu (daha sonra adını Benedictus de Spinoza şeklinde Latinceleştirdi). Ailesi İspanyol Engizisyonu ve onun kâfir avcılarının dehşet saçtığı dönemlerde İspanyadan Hollanda’ya kaçmıştı. Annesi daha o bebekken öldü ve Amsterdam iş dünyasında ve Yahudi cemaatinde saygın bir sima olan babası da, Baruch 22 yaşındayken öldü.
Ben Michael ailesi Yahudi’ydi, ancak son birkaç kuşaktır, alaycı bir adlandırmayla “Marrano” olarak bilinen özel bir tür Katoliktiler (en azından resmi olarak), ardından tekrar Yahudiliğe döneceklerdi (Terim, Yahudilikte katı bir şekilde yasaklanmış olan “domuz etini yiyen” Yahudileri tanımlamak için kullanılmıştır). İster Yahudi olsunlar ister “Marrano Katoliği”, dinleri onları daha sonra genç bir cumhuriyet olacak, fazlasıyla Kalvinist Hollanda’yla uyuşmazlık içine sokuyordu. Spinoza, zamanının kültürel ya da dinî cemiyet­lerinden herhangi biriyle tanımlanmayı reddetti ve sadece tek bir aidiyeti; en seküler olanı kabul etti. Kendisini Hollanda vatandaşı olarak gördü ve gururla ondan “vatan” diye söz etti.
Dikkatinizi çekerim, daha önceki ve sonraki pek çok Hollanda­lI göçmen gibi o da bu memleketin dilini zar zor konuşabiliyordu.
Çocukken, İspanyolca ve Portekizceyle yetiştirilmişti, daha sonra akademik amaçla Latince ve İbranice öğrenmişti. Ama Flemenkçe değil. Bu dili sanki “osmoz” aracılığıyla kazara ve eksik olarak toplanmış bir şey gibi görüyordu.
Baruch, Musevi dininin Talmud, Eski Ahit gibi büyük dinî metinlerine ve zaman zaman ortaçağ filozofu Maimonidesinki gibi daha “felsefi” yorumlara saplantı derecesinde kafa patlatan, oldukça sıkı biçimde aşırı-geleneksel olan bir Haham okuluna gönderildi.
Maimonides’in Spinoza üzerinde açıkça büyük bir etkisi ol­muştu. Maimonides, Kafası Karışıklara Rehberde (Delâletul- Hâirîn), inananlar için bir takım problemleri gündeme getiriyor ve daha sonra onları kendinden emin bir şekilde cevaplıyordu. Spinoza her zaman hızlı öğrenen biriydi ve kısa süre içinde kendi başına metinlerdeki sorunları görmeye başladı, ancak çözümleri bulmada bu kadar iyi değildi. Aslına bakılırsa çözüm diye bir şeyin olmadığına karar verdi; zira bu metinler çeşitli yazarlara ait kusurlu insan yapılarıydı ve hiç de Tanrı kaynaklı değillerdi!
Örneğin, okulda Eski Ahit’teki ilk beş kitabın, tümü Musa tarafından yazıldığı için ilahi olduğu öğretilirdi. Ancak Spino­za, bu durumda Musa’nın ölümünü ve sonraki olayları anlatan bölümün onun tarafından nasıl yazılmış olduğunu (tıpkı diğer âlimler gibi) merak etmişti.
Nihayetinde Spinoza, geleneksel dinlerin batıl inanç ve al­datmacadan oluşan bir karışım olduğuna ve sadece felsefece düşünmeyen kitleleri temel ahlaki ilkelere yönlendirdiği ölçüde yararlı olduğuna karar verdi. Spinoza'nın alternatif Tanrısı, Ya­hudi Tanrıdan farklı olarak, görüş ya da tercihlere sahip değildir ve kesinlikle insanlar ya da kavimler arasında seçim yapmaz. Spinoza'nın Sevgi dolu Tanrısı “doğa” ile aynı şeymiş gibi görü­nüyor. “Deus sive Natura” -Tanrı ve Doğa birdir. 18 yaşındayken, kendisine Latince öğreten ve ona “bilim insanlarının, Coper- nicus, Galileo, Kepler, Huygens ve Descartes’ın yeni dünyasını tanıtan HollandalI bir öğretmenle çalışırken, bu türden bir Tanrı hakkında bilgi edinmeye de başlamıştı.
1656da, Spinoza 24 yaşındayken sinagogunun büyüklerine artık gına getirmişti. Onu Yahudi cemaatinden aforoz ettiler.
Dalalet yolunu hidayete döndürmede başarısız olduğu için ve tam tersine, uyguladığı ve öğrettiği menfur sapkınlıklarına dair, hem de korkunç eylemlerine dair her geçen gün daha da ciddi bilgiler geldiği için heyet adı geçen Spinoza’nın İsrail halkından aforoz edilmesine ve kovulmasına karar vermiştir.
Meleklerin hükmü, kutsal adamların emri ve Tanrının rızasıyla Baruch de Spinoza’yı aforoz ediyor, kovuyor, aşağılıyor ve lanetliyoruz (mübarek olsun)... Gece ve gündüz, yattığında ve kalktığında lanet üzerinde olsun. Dışarı çıktığında ve içeri girdiğinde lanet üzerinde olsun.
Sanki yeterince kesin değilmiş gibi bir de şunu ekliyorlar: “Tanrı onu bağışlamayacak, aksine Tanrının öfkesi ve kıskançlığı onu boğacak ve bu kitapta yazılmış tüm lanetler onun üzerinde olacak ve Tanrı onun ismini cennetten silecek.”
Ancak, her ne kadar, resmi hüküm ya da bilinen adıyla “che- rem”, “şeytani düşünceler ve davranışlar”, “menfur sapkınlıklar” ve “korkunç eylemler”i söz konusu etse de, belirli bir eylem kay­dedilmemiştir ve bu yüzden filozoflar bu düşmanlığa neyin sebep olduğu konusunda o zamandan beri spekülasyon yapmaktadırlar.
Bir yaklaşıma göre afarozun nedeni, 1660’larda cemaatin başına dert olmuş bir tartışmayı Spinoza'nın tekrar gündeme getirmesidir. Söz konusu tartışma, ölümden sonra ruhun akibeti hakkındaydı ve nihayetinde Venedik’teki Yahudi cemaatinden yol göstermesi için yardım istedikten sonra konu kapanmıştı. Konuya dair görüşlerden biri, kimi zaman Maimonidese atfedi­len, ölümden sonra yalnızca bilginin daha doğrusu Tanrının bilgisinin kalacağını öne süren görüştür. Spinoza'nın görüşleri de benzer görünüyor. Diğer yandan, belki de konunun tartışmalı doğasından ötürü, yorumcular Spinoza nm, görüşlerini özellikle karmaşık ve kafa karıştırıcı bir tarzda ifade ettiğinden şikâyet edi­yorlar. Hatta o kadar ki bazıları, Spinoza'nın görüşlerinin, modern Britanyalı filozof Jonathan Bennett’in pek de nazik olmayan bir şekilde söylediği gibi, “başkalarının da saçmalamasına yol açan saçmalıklar” oldukları sonucuna varmıştır.
Ama kendimiz karar verelim. Spinoza, Ethica'nın V. Bölümün­de şöyle diyor; insan zihni “bedenle birlikte mutlak olarak yok olmaz, ancak ondan bir kısım ebedi olarak kalır.” İnsan zihninin bu ebedi kısmı; “insan bedeninin özünü, "sub specie aeternitatis" ifade eden ve insan zihninin özüne ait olan bir ideadır.” Saçmalık?
Belki. Ama şık bir saçmalık. Neyse zaten Spinoza'nın buna dair bir kanıtı var. “Gerçi bedenden önce var olduğumuzu hatırlama­mız imkânsızdır -zira bu durumun bedende hiçbir izi yoktur ve ebedilik ne zamanla tanımlanabilir ne de onun zamanla herhangi bir ilişkisi olabilir-, ancak yine de ebedi olduğumuzu hisseder ve deneyimleriz.”
Ya da aforoz, Spinoza'nın belirli bir duruşu benimsemesinden ziyade dini metinlere yönelik “eleştirel okuma” yaklaşımını be­nimsemesinden dolayı da gerçekleşmiş olabilir. Her neyse, zaten Spinoza'nın dini sistemindeki biri için aforoz edilmek neredeyse hiç endişe yaratmayacaktır. Bilakis aforoz Spinoza'nın, çeşitli dini otoriteleri kontrol altında tutmak için toplumun seküler bir rejime ihtiyaç duyduğu yönündeki politik kanaatini pekiştirmeye hizmet etmişti. Spinoza kendi politik teorisinde, çağdaşı ve suç ortağı Thomas Hobbes’un insan doğası ve güçlü bir merkezi hükümet ihtiyacı hakkındaki görüşlerini benimsedi, fakat Hobbes un ak­sine o, politik hoşgörüyü tercih etti. Kişisel koşulları düşünül­düğünde gayet doğal olarak Spinoza, aynı zamanda yurttaşların yönetilmeye rıza göstermesini sağlamak için hoşgörünün gerekli olduğunu da savundu.
30 yaşına geldiğinde dikkate değer bir üne sahipti ve görüşle­rini tartışmaya, desteklemeye kendini adamış bir topluluk vardı. Öte yandan sadece birkaç yıl sonra, 1670de, Teolojik-Politik İnceleme yi (Tractatus Theologico-Politicus) yayımladı ve görüşleri daha da aleni hale geldi. Dinin rolünü toplum ve politika bağla­mında incelemeyi amaçlayan kitapta şunun gibi ifadeler vardır:
Böylece Tanrı, İsa’nın zihni yoluyla Havarilere göründü, tıpkı daha önce Musa’ya göksel bir sesle göründüğü gibi. Bu nedenle Mesih’in sesine, Musa’nın işittiği ses denebileceği gibi, Tanrının sesi de denebilir. Bu anlamda Tanrının bilgeliğinin, insanüstü bir bilgelik olan bu bilgeliğin İsa’da insani bir doğaya büründüğünü... söyleyebiliriz.
Ancak Spinoza'nın geliştirdiği (ve Ethicada görücüye çıkardığı) yöntem daha çok matematikseldir. Spinoza meseleleri araştırmak için önce, altta yatan “aksiyomlar”ı tanımlar ve sadece sağlam kanıtlamalarla bir sonuç elde etmeye çalışır. Tüm bunlar, Heidelberg Üniversitesinin kıdemlilerini 1673’te kendisine Felsefe
Kürsüsü’nü sunmalarını sağlayacak kadar etkilemişti, ancak o bu teklifi reddetti. Bunun yerine Hollanda’da kalmayı tercih etti, Ethica yı yayıma hazırladı ve mercek perdahçısı olarak çalışırken -sadece gözlük için değil, bilimsel araçlar için de- aynı zamanda felsefi hayranları tarafından da maddi olarak destekleniyordu.
Onun kesinlik arayışının sonucu olarak felsefesinin “matema­tiksel” kısmı şaşırtıcı bir şekilde okunaksızdır. Genellikle mate­matiksel tarzda ifade edilmemiş ve dipnotlar gibi yerleştirilmiş küçük parçalar daha fazla kavrayış sunar. Aşırı rasyonalizmden kaynaklanan bir mesele de, gelecekteki bir felakete, halihazırda gerçekleşmiş bir felakete duyulandan daha çok kaygı duymanın irrasyonelliğidir. Örneğin, İspanyol Engizisyonu tarafından ya­rın ölüme mahkûm edilmeye karşı, mesela bin yıl önce Filistin’den yapılan “toplu göç’e duyulandan daha fazla kaygı duymak man­tıksızdır. Buna verilen, “peki, tamam, toplu göç çok fazla acıya yol açmış olabilir ama bu konuda hiçbir şey yapamayız, oysa yarın olacaklara etki edebiliriz” cevabına karşılık, Tanrının tüm olayları halihazırda planlamış olduğunu ve sadece insani ceha­letimizin bize olayları kontrol edebileceğimizi düşündürdüğünü söylecektir Spinoza.
O halde Spinoza’nın duygulara karşı bir “devası vardır. “Kut­luluk” diye yazar, “erdemin mükâfatı değil, erdemin kendisi­dir” ve ekler; “kutluluktan, şehvetlerimizi dizginlemekle hoşnut olmayız; aksine, ondan hoşnut olduğumuz için şehvetlerimizi dizginleyebiliriz.”
Felsefe çevrelerinde çokça alıntılanan Ethica nm kapanış bö­lümü, iyimser ve dostane bir tonda şöyle diyor:
"Böylece zihnin duygular üzerindeki gücü ve onun özgürlüğüyle ilgili açıklamak istediğim her şeyi tamamladım. Bu söylenenlerden, bilge bir insanın ne kadar güçlü olduğu ve yalnızca şehvetiyle güdülen bir cahile kıyasla ne kadar üstün olduğu açığa çıkıyor; çünkü cahil insan dışsal nedenler yüzünden pek çok açıdan tahrik edilmekle ve bir türlü ruhsal huzura erememekle kalmaz, aynı zamanda o hem kendinin hem Tanrının hem de şeylerin tümüyle cahili olarak yaşar ve tutkulara maruz kalmayı/edilgin olmayı bırakır bırakmaz var olmayı da bırakır. Diğer taraftan bilge insan, bilge olarak görülebildiği sürece, ruhsal açıdan sarsılmaz, tam tersine kendisinin, Tanrının ve şeylerin belirli bir ebedi zorunlulukla [bu şekilde olduklarının] bilincine sahip oldu­ğu için var olmaya asla son vermez ve her zaman ruhsal dinginliği yaşar."
İşte bu, Spinozacı ölümsüzlük türüdür; bireyin kendinden daha kalıcı olan bir ideadan pay alması. Aynı şekilde, eğer birisi matematiksel bir formül keşfeder (sözgelimi, Pythagoras’ınki gibi) ve onu bir kâğıt parçasına yazarsa, formül hatırlandığı ya da dikkate alındığı sürece o kâğıt parçasından çok daha uzun süre var olmaya devam eder. Sonrasında, Spinoza şaheserini şu sözlerle sonlandırıyor:
"Bizi böyle bir hale taşıyacağını gösterdiğim yol, oldukça zorlu görünse bile yine de bulunabilir; gerçekten de nadir bulunduğu için zorlu olsa gerek. Hem esenliğimiz elimizin altında olsaydı ve büyük emekler har­camadan bulunabilseydi neredeyse herkes tarafından nasıl ihmal edile­bilirdi ki? Ama tüm seçkin şeyler nadir oldukları kadar zorludur da."
Spinoza gerçekten de “‘filozofların filozofudur” Çalışmaları gerçekten zordur ve sadece filozoflar onları anlayabilir. Öte yandan sıradan insana verdiği güven verici mesaj şudur; Tanrı mükemmel olduğu için O ve dünya bu olduklarından başka türlü olamaz. Bu duruş, ya da en azından Spinozanın çağdaşı Leibniz’in du­yurduğu versiyonu, Voltaire tarafından Candidede çok eğlenceli bir şekilde alaya alınıyor. Dr. Pangloss, felaket üstüne felaketle karşılaştığı bir yaşam sürerken, sürekli “mümkün dünyaların en iyisi olan bu dünyada her şey bu haliyle en iyidir” demekte ısrar ediyor -ama bakalım Spinozanın kendisi ne diyor:
Şeyler olduklarından farklı şekilde olsalardı, Tanrının iradesinde bir değişimin olması gerekirdi; ne var ki (onun mükemmelliği üzerinden açıkça gösterdiğimiz gibi) Tanrının iradesi değişemez: Öyleyse şeyler de olduklarından başka türlü olamazlar {Ethica, I. Bölüm, Önerme XXXIII, Not II).
Sonuç olarak, “özgür bir insan”, “en az ölümü düşünür; onun bilgeliği ölüm üzerine değil, yaşam üzerine düşünmektir” diyerek coşkuyla bağlıyor Spinoza. Her şey halihazırda belirlenmiş du­rumda ve insanlar olaylara sadece katlanmak yerine onları kabul etmede özgür oldukları için, bu kısıtlı anlamda ‘özgürdürler. Tıpkı ağa yakalanmış bir sinek gibi. Ha ha ha!
Kaynak:Felsefi Masallar, Martin Kohen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018.

1 yorum:

  1. Do you realize there's a 12 word phrase you can say to your partner... that will trigger intense emotions of love and instinctual attractiveness for you deep inside his heart?

    Because hidden in these 12 words is a "secret signal" that fuels a man's instinct to love, treasure and look after you with all his heart...

    12 Words Will Fuel A Man's Love Impulse

    This instinct is so hardwired into a man's brain that it will drive him to try better than before to make your relationship as strong as it can be.

    Matter-of-fact, fueling this mighty instinct is absolutely mandatory to achieving the best ever relationship with your man that once you send your man a "Secret Signal"...

    ...You'll instantly find him open his soul and mind to you in such a way he's never expressed before and he will see you as the only woman in the world who has ever truly interested him.

    YanıtlaSil