1 Eylül 2025 Pazartesi

UCUBELERİN SESİ, DIANE ARBUS

 

UCUBELERİN SESİ, DIANE ARBUS

A New Look at a Diane Arbus Exhibition, 50 Years Later

Diane, 1923 yılında aristokrat bir Yahudi ailesinin kızı olarak New York'ta Central Parkın batısındaki Park Avenue'da doğdu. Annesi Nemerov, Rus göçmeni bir ailenin kızıydı ve ailesine ait Russek Kürk Mağazası'nın sahibiydi. Kendinden küçük bir kız kardeşi olan Diane'nin, ünlü bir şair olan Howard Nemerov ise ağabeyiydi. Sert yapılı ve baskıcı bir baba ve sürekli depresyonda olan bir annenin gölgesinde büyüyen Diane'nin ailede tek dostu ve dayanağı ise ağabeyi Howard'tı.

"Ailemin serveti bana hep bir kusur gibi göründü, bundan utandım. Hayatım, Tralsilvanya civarında garip bir Avrupa ülkesinin film setini andıran ortamındaki yapayalnız bir prensesinkini andırıyordu."

Diane, on üç yaşında tanıştığı, ailesinin mağazasında reklam müdürü olarak çalışan, Allan Arbus ile on sekiz yaşında kaçarak evlendi. Bu evlilikten Doon ve Amy adında iki kız çocuğu oldu. Ailesinin soğuk ve sevgisiz evinden kurtulan Diane bu dönemde kocası Allan'ın sayesinde fotoğrafla tanışmış oldu. Geçimlerini sağlayabilmek için birlikte bir fotoğraf stüdyosu açtılar. Bu yıllarda, Lisette Model'den fotoğrafçılık dersi alan Diane, fotoğrafçılık konusunda kendi tarzını oluşturmaya başladı. Bir süre sonra Diane ve Allan'ın ev/iliklerini kabul eden aile, Allan', da mağazalarının fotoğrafçısı yaptılar. Diane'de mağazada kocasına yardım etmeye başladı. Böylece Diane, kocasıyla birlikte moda fotoğrafçılığına adım attı. Kısa süre sonra kendini çocukluğundan beri yalnız hissettiği bu şaşalı hayatın içinde yine mutsuz hissettiğini ve fotoğraf konusunda kendini dışa vuracak modellerin mankenler olmadığını fark etti. Diane, fotoğraf alanındaki asıl çıkışını 1958 yılında Allan'dan ayrıldıktan sonra yakaladı. Vogue, Esquire gibi dergilere çekim yapmaktansa, kendi hayal gücünü ve iç dünyası yansıtacağı modellerin arayışına çıktı. Hubert's Freak Museum'a (Hilkat Garibesi Müzesi) gidip, orada saatlerce zaman geçirip gözlem yaptı.


Toplumun 'ucube' dediği insanlar artık onun baş modelleri olacaktı. Eşcinseller, travestiler, down sendromlu bireyler, cüceler, devler, akıl hastaları, sokak çocukları ve fahişeleri fotoğraflıyor; akıl hastaneleri, çıplaklar kampı, ucuz otel ve parklar onun meskeni haline geliyordu. Saatlerce sokakta dolaşıyor, bazen gözüne kestirdiği birini evine kadar takip ediyor, onunla uzun sohbetler edip, sonrada ikna ederse fotoğrafını çekiyordu.

   


Peki bir travesti, bir fahişe, o dönemin muhafazakar aile yapısının içinde, tanımadığı birine kendini açar, poz verir, ifşa olmasını nasıl kabul ederdi? Ya da bir sanatçı, toplumun dayattığı estetik anlayışına bu kadar zıt işler üretmek için neden bu kadar çaba gösterirdi?

Diane, çocukluğunda yaşadığı zorlayıcı koşullar nedeniyle büyük acılar çekmişti. Zengin bir ailede kapalı kapılar ardında büyümesi, annenin sürekli depresyonda olması, babanın otoriterliği nedeniyle kendini hep farklı ve değersiz hissetmişti. Bu nedenle kendini tıpkı onun gibi dışlanmış hisseden bu insanlara karşı bir bağ kuruyor, onların sesi olmak istiyordu. Onların maskelerini kaldırmak, sakladıklarını göstermek istiyordu. Onun fotoğraflarında poz veren insanlar, en doğal halleriyle bakıyorlardı objektife.

Yüzlerindeki belirsiz ifade adeta bir meydan okuyuştu. Diana'nın fotoğraf sanatına olan tutkusu ve özgün tarzı kısa sürede dünya tarafından da fark edildi. 1965 yılında Guggenheim Vakfı 'Amerikan Ayinleri, Davranışları ve Gelenekleri' başlıklı önerisi için ona burs verdi ve bu burs 1966 yılında yeniledi. İlk sergisini açtığında kimi onu alkışladı, kimileri; çirkinliğin bu kadar öne çıkarılmasının etik olmadığını savunup yerden yere vurdu. Susan Sontag, Diane'nin modellerini küçük düşürücü bir biçimde kullandığını yazdı. Oysa Diane'ya göre:

"Ucubeler en çok fotoğrafladığım kişiler olmuştur, çünkü ilk fotoğrafını çektiğim kişiler onlardı ve benim için muhteşem heyecan kaynağı olmuşlardı. Onlara tapardım. Hala da bazılarına tapıyorum. En yakın arkadaşlarım onlar demiyorum ama bana utanç korku hayranlık karışımı bir duygu verirlerdi.

Birçok insan yaşarken travmatik bir tecrübe yaşayacaklarına dair ödleri kopar. Ucubeler kendi travmaları ile doğduklarından, hayattaki sınavları zaten geçirmişlerdir. Onlar aristokratlardır."

1971 yılında aldığı ilaçlarla ve bileklerini keserek hayatına son veren Diane'in ölümüyle ilgili en yaygın söylenti, intiharını kare kare fotoğraflandırdığıdır. Ancak bu iddia hiçbir zaman kanıtlanamadı. Ölümünden sonra ünü daha da artmış, 'Freak Photographer' (Ucube Fotoğrafçısı) olarak ünlenmişti.

1972 yılında, ölümünden tam bir yıl sonra, Aperture dergisinin Moma sergisi için bastığı monograf 100.000 adet sattı ve sergi yedi milyon kişi tarafından ziyaret edildi. 'ldentical Twins' adlı fotoğrafı, 2004 yılında 478.000 dolara satılarak, dünyanın en pahalı altıncı baskısı oldu.

Diane'nin marjinal tarzından reklam ve sinema dünyası da esinlenmiştir. 1980 yapımı Stanley Kubrick filmi The Shinning'deki ikizler, 'ldentical Twins' fotoğrafından esinlenilip yaratıldı. Ayrıca 2006' da vizyona giren Steven Shainberg'in yönettiği, Nicole Kıdman ve Robert Downer Jr.'ın başrollerini paylaştığı 'Fur' adlı film Dianne'nin hayatını anlatmaktadır.

Dünya tarihindeki hayat hikayelerine baktığımızda, çoğunlukla fakirlikle geçirilen çocukluk sonrası başarı, ün ve paraya kavuşulduğunu görmekteyiz. Diane Arbus'us yapayalnız bir prenses diye tarif ettiği hayat hikayesi ise bu çoğunluğun aksine daha bir dikkat çekicidir. Zengin bir ailede doğmasına, aristokrasinin hüküm sürdüğü varlıklı bir ailede yetişmesine rağmen, zorlayıcı koşullardan muaf olarak yaşaması ona acı vermekteydi. Kendini bulmaya çıktığı bu yolda, zengin ve rahat bir hayatı geride bırakıp, toplumun yüzüne bile bakmadığı, alt sınıf olarak nitelendirdiği, bir sınıfa kendini ait hissetmesi ve onlara arkadaşça yaklaşması, onun ne kadar cesur ve iyi bir yüreğe sahip olduğunu gösterir. Bunun uğrunda kendi sınıfı tarafından yalnız bırakılıp eleştirilse de yıllar sonra çektiği fotoğraflarla ayakta alkışlanmış, eserleri ikon haline gelmiş ve birçok sanat dalına özgün ve yaratıcı tarzıyla ilham kaynağı olabilmeyi başarmıştır. Toplumun dayattığı insani olamama baskısından arınıp, kendi yolculuğuna çıkan ve kendini bulmaya çalışan, tüm cesur yüreklere selam olsun.

Canan MAKTAL- OT Dergisi, Sayı: 143