UCUBELERİN
SESİ, DIANE ARBUS
Diane, 1923 yılında aristokrat
bir Yahudi ailesinin kızı olarak New York'ta Central Parkın batısındaki Park
Avenue'da doğdu. Annesi Nemerov, Rus göçmeni bir ailenin kızıydı ve ailesine
ait Russek Kürk Mağazası'nın sahibiydi. Kendinden küçük bir kız kardeşi olan
Diane'nin, ünlü bir şair olan Howard Nemerov ise ağabeyiydi. Sert yapılı ve
baskıcı bir baba ve sürekli depresyonda olan bir annenin gölgesinde büyüyen
Diane'nin ailede tek dostu ve dayanağı ise ağabeyi Howard'tı.
"Ailemin serveti bana hep
bir kusur gibi göründü, bundan utandım. Hayatım, Tralsilvanya civarında garip bir
Avrupa ülkesinin film setini andıran ortamındaki yapayalnız bir prensesinkini
andırıyordu."
Diane, on üç yaşında tanıştığı,
ailesinin mağazasında reklam müdürü olarak çalışan, Allan Arbus ile on sekiz
yaşında kaçarak evlendi. Bu evlilikten Doon ve Amy adında iki kız çocuğu oldu.
Ailesinin soğuk ve sevgisiz evinden kurtulan Diane bu dönemde kocası Allan'ın
sayesinde fotoğrafla tanışmış oldu. Geçimlerini sağlayabilmek için birlikte bir
fotoğraf stüdyosu açtılar. Bu yıllarda, Lisette Model'den fotoğrafçılık dersi
alan Diane, fotoğrafçılık konusunda kendi tarzını oluşturmaya başladı. Bir süre
sonra Diane ve Allan'ın ev/iliklerini kabul eden aile, Allan', da mağazalarının
fotoğrafçısı yaptılar. Diane'de mağazada kocasına yardım etmeye başladı.
Böylece Diane, kocasıyla birlikte moda fotoğrafçılığına adım attı. Kısa süre
sonra kendini çocukluğundan beri yalnız hissettiği bu şaşalı hayatın içinde
yine mutsuz hissettiğini ve fotoğraf konusunda kendini dışa vuracak modellerin
mankenler olmadığını fark etti. Diane, fotoğraf alanındaki asıl çıkışını 1958
yılında Allan'dan ayrıldıktan sonra yakaladı. Vogue, Esquire gibi dergilere
çekim yapmaktansa, kendi hayal gücünü ve iç dünyası yansıtacağı modellerin
arayışına çıktı. Hubert's Freak Museum'a (Hilkat Garibesi Müzesi) gidip, orada
saatlerce zaman geçirip gözlem yaptı.
Toplumun 'ucube' dediği insanlar artık onun baş modelleri olacaktı. Eşcinseller, travestiler, down sendromlu bireyler, cüceler, devler, akıl hastaları, sokak çocukları ve fahişeleri fotoğraflıyor; akıl hastaneleri, çıplaklar kampı, ucuz otel ve parklar onun meskeni haline geliyordu. Saatlerce sokakta dolaşıyor, bazen gözüne kestirdiği birini evine kadar takip ediyor, onunla uzun sohbetler edip, sonrada ikna ederse fotoğrafını çekiyordu.
Peki bir travesti, bir fahişe, o
dönemin muhafazakar aile yapısının içinde, tanımadığı birine kendini açar, poz verir,
ifşa olmasını nasıl kabul ederdi? Ya da bir sanatçı, toplumun dayattığı
estetik anlayışına bu kadar zıt işler üretmek için neden bu kadar çaba
gösterirdi?
Diane, çocukluğunda yaşadığı
zorlayıcı koşullar nedeniyle büyük acılar çekmişti. Zengin bir ailede kapalı
kapılar ardında büyümesi, annenin sürekli depresyonda olması, babanın
otoriterliği nedeniyle kendini hep farklı ve değersiz hissetmişti. Bu nedenle kendini
tıpkı onun gibi dışlanmış hisseden bu insanlara karşı bir bağ kuruyor, onların
sesi olmak istiyordu. Onların maskelerini kaldırmak, sakladıklarını göstermek
istiyordu. Onun fotoğraflarında poz veren insanlar, en doğal halleriyle
bakıyorlardı objektife.
Yüzlerindeki belirsiz ifade adeta
bir meydan okuyuştu. Diana'nın fotoğraf sanatına olan tutkusu ve özgün tarzı kısa
sürede dünya tarafından da fark edildi. 1965 yılında Guggenheim Vakfı 'Amerikan
Ayinleri, Davranışları ve Gelenekleri' başlıklı önerisi için ona burs verdi ve
bu burs 1966 yılında yeniledi. İlk sergisini açtığında kimi onu alkışladı,
kimileri; çirkinliğin bu kadar öne çıkarılmasının etik olmadığını savunup
yerden yere vurdu. Susan Sontag, Diane'nin modellerini küçük düşürücü bir
biçimde kullandığını yazdı. Oysa Diane'ya göre:
"Ucubeler en çok
fotoğrafladığım kişiler olmuştur, çünkü ilk fotoğrafını çektiğim kişiler
onlardı ve benim için muhteşem heyecan kaynağı olmuşlardı. Onlara tapardım.
Hala da bazılarına tapıyorum. En yakın arkadaşlarım onlar demiyorum ama bana utanç
korku hayranlık karışımı bir duygu verirlerdi.
Birçok insan yaşarken travmatik bir tecrübe yaşayacaklarına dair ödleri kopar. Ucubeler kendi travmaları ile doğduklarından, hayattaki sınavları zaten geçirmişlerdir. Onlar aristokratlardır."
1971 yılında aldığı ilaçlarla ve
bileklerini keserek hayatına son veren Diane'in ölümüyle ilgili en yaygın söylenti,
intiharını kare kare fotoğraflandırdığıdır. Ancak bu iddia hiçbir zaman
kanıtlanamadı. Ölümünden sonra ünü daha da artmış, 'Freak Photographer' (Ucube
Fotoğrafçısı) olarak ünlenmişti.
1972 yılında, ölümünden tam bir
yıl sonra, Aperture dergisinin Moma sergisi için bastığı monograf 100.000 adet
sattı ve sergi yedi milyon kişi tarafından ziyaret edildi. 'ldentical Twins'
adlı fotoğrafı, 2004 yılında 478.000 dolara satılarak, dünyanın en pahalı
altıncı baskısı oldu.
Diane'nin marjinal tarzından
reklam ve sinema dünyası da esinlenmiştir. 1980 yapımı Stanley Kubrick filmi
The Shinning'deki ikizler, 'ldentical Twins' fotoğrafından esinlenilip yaratıldı.
Ayrıca 2006' da vizyona giren Steven Shainberg'in yönettiği, Nicole Kıdman ve Robert
Downer Jr.'ın başrollerini paylaştığı 'Fur' adlı film Dianne'nin hayatını
anlatmaktadır.
Dünya tarihindeki hayat
hikayelerine baktığımızda, çoğunlukla fakirlikle geçirilen çocukluk sonrası
başarı, ün ve paraya kavuşulduğunu görmekteyiz. Diane Arbus'us yapayalnız bir
prenses diye tarif ettiği hayat hikayesi ise bu çoğunluğun aksine daha bir
dikkat çekicidir. Zengin bir ailede doğmasına, aristokrasinin hüküm sürdüğü
varlıklı bir ailede yetişmesine rağmen, zorlayıcı koşullardan muaf olarak
yaşaması ona acı vermekteydi. Kendini bulmaya çıktığı bu yolda, zengin ve rahat
bir hayatı geride bırakıp, toplumun yüzüne bile bakmadığı, alt sınıf olarak nitelendirdiği,
bir sınıfa kendini ait hissetmesi ve onlara arkadaşça yaklaşması, onun ne kadar
cesur ve iyi bir yüreğe sahip olduğunu gösterir. Bunun uğrunda kendi sınıfı
tarafından yalnız bırakılıp eleştirilse de yıllar sonra çektiği fotoğraflarla
ayakta alkışlanmış, eserleri ikon haline gelmiş ve birçok sanat dalına özgün ve
yaratıcı tarzıyla ilham kaynağı olabilmeyi başarmıştır. Toplumun dayattığı insani
olamama baskısından arınıp, kendi yolculuğuna çıkan ve kendini bulmaya çalışan,
tüm cesur yüreklere selam olsun.
Canan MAKTAL- OT Dergisi, Sayı: 143