28 Eylül 2025 Pazar

 

DeepSeek makalesinin düşündürdükleri



Yapay zeka (YZ) gündemini izleyenler DeepSeek sürprizini hatırlıyordur: 2024’te büyük dil modellerine (BDM) dayalı sohbet “bot”larının en ünlüsü ChatGPT’ye “cevap vermeden önce bir süre düşünme” özelliği gelmişti. Kısa süre sonra Google da matematik ve bilgisayar programlama gibi işlerde cevabın doğruluğunu (yani sistemin “zeka seviyesi”ni) çok yükselten bu teknolojiyi geliştirdiğini açıklamış fakat henüz Google’ın botu Gemini’ın düşünen sürümü açılmadan merkezi Çin’in Hancou şehrinde olan DeepSeek şirketi kendi programını dünyaya sunmuştu. Ne ABD’nin Çin’e uyguladığı bilgisayar işlemcisi ambargosu ne de akılalmaz boyutta paralar harcanarak eğitilen BDM’ler hakkında bir sürü bilginin gizli tutulması işe yaramıştı yani. Çinliler neredeyse aynı kalitede bir ürünü çok daha az paraya üretmiş, yazılımı bedava kullanıma açmış ve ABD’lilerin aksine tüm teknik detayları herkes okuyup kendi laboratuvarında sınayabilsin diye paylaşarak bilim dünyasının gönlünü kazanmıştı.

ABD malum grubun yönetimine geçtiğinden beri bilim kurumları ve araştırmacılar saldırı altında. (Beterin beteri varmış.) Kara cahillerin, internet trollerinin, aşı karşıtlarının istekleri doğrultusunda kendi kuyularını kazmakla meşguller. Hasar dünyanın o köşesiyle sınırlı kalmayacak; başta birçok hastalığın çarelerinin keşfine yönelik projeler olmak üzere araştırma programlarının baltalanması şimdiye dek bilime önem veren ülkelerin bulup sunduğu çözümlerden yararlanan herkesi kötü etkileyecek. Bu parantezin ardından kendi adıma söylemeliyim ki yeni Orta Çağ’ın efendilerinin önemsediği az sayıda bilimsel konunun içinde benim de kafa yorduğum YZ ve kuantum bilgisayarları var; beyzadeler bu dallara düşman değiller ama o bilginin akışına da şirket kafası engel oluyor. YZ OpenAI ve Google gibi devlerin yarışında başrolde olduğu için yeni buluşlar ticari sır muamelesi görüyor. DeepSeek’in BDM’sine akıl yürütme yeteneğini nasıl kazandırdığını tüm detaylarıyla paylaşması bu nedenle bilimsel açıdan çok sevindiriciydi. Yazdıkları “basım öncesi kopya”yı hepimiz heyecanla indirip okumaya koyulmuştuk.

Artık herkesin “DeepSeek makalesi” diye andığı bu çalışma, 17 Eylül’de Nature dergisinde yayımlanarak yolculuğunu bilim dünyasının raconuna uygun şekilde tamamladı. Bu vesileyle bilimsel yayın düzeni hakkında birkaç söz edeyim.

Herkes bir buluş veya bilimin bir dalına önemli bir katkı yaptığını iddia edebilir. Böyle bir iddianın çoğunluk tarafından ciddiye alınabilmesi için genellikle hakem değerlendirmesi sürecinden geçmiş bir yayına dönüşmesi gerekir. İlgili dalın usullerine uygun bir formatta bir makale yazarsınız. Ne yaptığınızı, yöntemlerinizi, hesaplarınızı, ispatlarınızı ve vardığınız sonucu detaylı şekilde belirtirsiniz. Böyle eserlerin kimileri kaliteli, kimileri de çöptür. Birçoğunda yazanın gözünden kaçmış (veya okurun gözünden kaçırmak istediği) hatalar bulunur. Sonuçta insan ürünü bir metinden bahsediyoruz. Çok nadir görülse de tümüyle uydurmasyon makaleler de olabilir.

Bilimsel dergiler, bu anlamda sapı samandan ayırma görevini üstlenir. Makalenizi saygın bir dergiye yollarsınız. Editör onu (sizinle kişisel bir meselesi olmadığı varsayılan) birkaç hakeme gönderir. Kimlikleri yazardan gizli tutulan bu hakemler, makalenin konusunun uzmanları arasından seçilir ve eseri her açıdan inceleyip yayına değer olup olmadığı konusunda detaylı raporlar yollamaları beklenir. Hakemlik ciddi iştir; hakkını vererek yapmak dikkat ve zaman alır (şu an masamda böyle birkaç iş bekliyor); tuhaf bir geleneğe göre de “hayrına” yapılır. İyi yazılmış bir hakem raporu harika bir şeydir (Nature DeepSeek makalesinin hakem raporlarını da yayınlamış), yazara çok yardımcı olur ve genelde bir sürü yeni iş çıkarır. İlk turda reddedilmeyen çoğu makale, hakemlerin istedikleri düzeltmeler yapıldıktan sonra aynı serüveni bir-iki tur daha yaşar. Sonuçta herkes tatmin olursa yayımlanır. (Kimi makalelerde yayından yıllar sonra bile hatalar keşfedilir ama çok göz önünde olan bu eser için bu ihtimal düşük.)

Her sistem gibi bu da yozlaşır. Dergileri abonelerine çuvalla paraya satan yayıncıların asıl işi yapan yazarlarla hakemlere tek kuruş ödememesine alışmıştık ama bana sorarsanız bazıları eseri yayımlanan yazarlardan üste para istemeye başladığında işin çivisi çıktı. Bir kalite kontrol servisi olması gereken kimi dergiler “sürümden kazanmaya” yönelince ortalık bir sürü bomboş makaleyle ve “Benim çok makalem var” diyerek basamakları hızla tırmanan yazarlarıyla doldu. Belki de her şeyi baştan düşünmeliyiz. 


Cem Say-Oksijen 146

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder