Aslında iyi ve kötünün göreceli olduğunu, hiç kimsenin
dünyaya kötü kalpli geldiği için kötülük yapmadığını, her kötülüğün bir gerekçesi, bir
açıklaması olduğunu epey küçük yaşta fark etmiştim. O zamanlarda anneme 'Bence kötü
insan diye bir şey yok' dediğimi hatırlıyorum. O da bana gerçekten kötü bir
insanla henüz karşılaşmadığım için şanslı olduğumu söylemişti Zaman çoğunlukla
yaptığı gibi tecrübeyi haklı çıkardı. Daha çocukken bile çocuksu bulduğum iyilik-kötülük ikiliğinin yarım yüzyılı devirdiğim
şu zamanlarda en çok kafamı kurcalayan meselelerden biri olacağını tahmin
edemezdim Bunları bana yeniden düşündüren, geçen
haftalarda izlediğim bir film 1970 tarihli Costa- Gavras filmi L’Aveü (İtiraf).
Bu filmi sinema tarihinin sıkı
bir takipçisi olarak nasıl gözden kaçırdığıma şaşırdım.
Costa-Gavras'ın bir önceki sene yaptığı ve turn zamanların en iyi sıyası
filmlerinden biri olarak bilinen Z’ye benzer şekilde bir
siyasi dava hikâyesi, pek çok açıdan daha üstün bir film olmasına rağmen çok
daha az bilmiyor. Kahramanımız (yine) Yves Montand’in canlandırdığı gerçekten
de bir kahraman; 2.
Dünya Savaşı'nda Nazilere karşı direnişi örgütlemiş bir
savaş kahramanı. Savaştan sonra ülkesi Çekoslovakya'nın yem sosyalist
hükümetinde görev almış
ama bir gün durup dururken gizli
polisler tarafından götürülüyor.
Aylar suren ve filmde
ince ince anlatılan psikolojik işkenceyle ‘düşman ajanı" olduğu itiraf
ettirmeye çalışıyor. Düşman kim? Rejimin emrinde olmayan herkes Sadece Naziler ya da kapitalist
Batı değil. Stalin’e biat etmeyen Troçki ve Tito da aynı derecede
düşman. Direnmek imkânsız ve bir yerden sonra anlamsız.
Sadece birkaç saat uyuyabilmek için bile itiraf belgeleri imzalanıyor. Sonunda
radyodan naklen yayınlanan bir düzmece mahkemede sanıklar faşist,
burjuva işbirlikçisi, Amerikan ajanı, Troçkist, Tıtıst (itiraf ediyorum, bu
sözcüğü bağlamdan bağımsız görseydim anlamını çok başka
tahmin edebilirdim) falan olduklarını kabul ediyorlar çünkü kabullenmenin
hayatta kalmak için tek şansları olduğuna inanmışlar. En çarpıcı sahnelerden
birinde, sanıklardan
birinin pantolonu düşüyor ve bütün mahkeme, en çok da sanıklar
kahkahalara boğuluyorlar. Sadece oradaki olaya değil, bütün bu sergilenen
komediye güldüklerini anlıyorsunuz Savcılar itiraf etmelerinin onlar için daha
iyi olacağını söylüyor İtiraf ediyorlar, mahkûm oluyorlar. Temyiz hakları da
var. Her birine atanmış ayrı ayrı avukatları, karara itiraz etmemelerinin
kendileri için daha hayırlı olacağına onları ikna ediyor Sonuçta çoğu oldurulup
yakılıyor. Kahramanlarımız bir
şekilde serbest kalmayı başarıyor Yıllar sonra bütün bunları yaşadığı hâlde
nasıl hâlâ sosyalist olduğunu soranlara, zaten sosyalist olduğu için bunları
yaşadığını söylüyor. Yeni rejim Önce Nazilere karşı zaferin
gerçek mimarlarını hedef alıyor çünkü, malumunuz, Nazilere direnen onlara da
direnebilir.
İdeolojin falan anlamsızdır artık, tek önemli olan iktidarın ne
pahasına olursa olsun
elde tutulmasıdır İktidarı bir noktada toplamaya razı olduğunuz anda iktidarın parazitleşmesini
durdurma şansını
kaybettiniz. Daha once yine buradaki bir yazıda ettiğim bir cümleye
döneceğim Kimin iyi kimin kötü olduğu konusunda hemfikir olsaydık
yasalara ihtiyacımız
olmazdı Ama bu yeterli değil Yasaların olması uygulanacakları anlamına gelmiyor
Binlerine o görevi veriyorsunuz ve görevlerini doğru yapmaları için yeterince
"iyi" olmalarını bekliyorsunuz
Onlara güvenmiyorsanız, daha ‘iyi‘ birileri onları yönetmeli. Ona da güvenmiyorsanız,
daha da "iyi" birileri onları denetlemeli. Sonuçta birileri, doğru olanı yapmalı,
sırf Amerikalıların dediği git» "right thing to do"olduğu için yasaların yazıldığı gibi uygulanmasını sağlamalı.
Işın doğrusu bu: İyilik olmadan yaşayamıyorsunuz.
Anayasada ‘vicdan* sözcüğü iki yerde geçiyor, bin dm ve
vicdan hürriyetinde, diğeri yargı bağımsızlığını tanımlarken İki yüz maddelik anayasa
yazarsınız ama uygulanabilmesi için gelip binlerinin vicdanına bel bağlarsınız
Nihai olarak iyilik olmadan İşleyemeyecek kurum yargıdır. Çünkü zurnanın si
bemol dediği yer orasıdır Parazit tabiatı açısından baktığınızda, bütün
organizmayı ele geçirmeye çalışmak gereksiz Yargıyı ele geçirseniz yeterli,
çünkü son karar oradan çıkar Yargı emrinize amade olduğunda yasaların bir önemi
kalmaz Dolayısıyla onu yapan meclisin de onu seçen halkın da bir hükmü kalmaz
Parazit en zayıf noktaya saldırır Orayı ele geçirdiği anda organizma çürümeye
mahkûmdur
İktidar doğrudan vicdanı hedef
aldığında, kötülük makbul değer hâline geliyor. İktidar çarklarının orta kademe
hizmetkârları haksızlıkları mertebesinde rağbet görüyor. Organize kötülük
dediğimiz şey böyle ortaya çıkıyor. Işın doğrusu, günümüzün dünyasına ve
yaşadığımız ülkenin hâline bakınca, olan biteni fantazyada gördüğümde burun
kıvırdığım ‘karanlık taraftan ayırt etmek pek kolay değil. Bazıları karanlık
tarafa davet ediliyor ve vicdanları el verse geçiyorlar. Geçmezlerse cezasını
görüyorlar Gerçekten de kötülere, kötülüğe karşı savaşıyoruz. Ve maalesef
kötülüğe karşı çok zayıfız. Çünkü iyilik yaşayabilmek için iyilikle beslenmeye
muhtaç. Kötülüğün ise kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyacı yok. Tek
güvencemiz insanın içinde, özünde iyilik olması.
Eğer böyle bir şey yoksa hiçbir umut yok demektir.



