11 Ekim 2025 Cumartesi

 

Milyonlarca “sofrasız çocuk” yetersiz ve sağlıksız besleniyor

Gıda güvenliği konusunda çalışan BAYETAV’ın TÜİK verilerinden hareketle yaptığı “Sofrasız Çocukluk” çalışmasına göre Türkiye’de 15 yaş altı 4.1 milyon çocuk günde bir öğün bile et, tavuk veya balık yiyemiyor; her 3 çocuktan 1’i açlık çekiyor. BAYETAV Genel Sekreteri, akademisyen Bülent Şık: “35 yıldır gıda güvenliği, beslenme ve çocuk sağlığı hakkında çalışıyorum. Sağlıklı beslenmenin çocuklar için en problemli olduğu dönemi yaşıyoruz. Gıdada toksik kimyasala maruziyet de büyük sorun”


Türkiye ağır bir gıda krizinden geçiyor. Gıda fiyatlarının böylesine arttığı başka bir dönem yok. Son iki yıl içerisinde birçok gıdanın fiyatı 8-9 kat artmış durumda. Bu gıda krizinden en çok etkilenenler ise çocuklar. Milyonlarca çocuk Türkiye’de sofraya oturmadan, gıda krizinin gölgesinde büyüyor. Bu tablo, çocukların yalnızca bedenlerini değil, eğitimlerini, öğrenme başarılarını, okul ve çevre ile ilişkilenmelerini, geleceklerini etkiliyor. Açıkçası çocuklar açken yapılan diğer işler de anlamsız kalıyor.

Bu hafta İzmir’de Halkların Köprüsü Derneği’nin düzenlediği “Sofrasız Çocukluk: Gıda Krizinin Gölgesinde Büyümek” konulu toplantıya online katıldım. Toplantının ismi, içeriği ve konuşmacısı dikkatimi çekmişti. Uzun süredir çalışmalarını yakından takip ettiğim barış akademisyeni Bülent Şık gıda güvencesizliğini anlatıyordu. 

Bülent Şık: “Çocukların beslenme sorununa karşı anaokulundan lise son sınıfa kadar, her gün ücretsiz ve nitelikli bir öğün sağlamak en önemli çözümlerden biri olabilir.” 

 Bülent Şık, Akdeniz Üniversitesi’nde akademisyendi, barış imzacısı olduğu için üniversiteden atıldı, mahkeme kararıyla geri döndü. Ama üniversite itiraz etti ve dönüşü engellendi. Bu yıl İspanya’da Helena Maleno Garzón ile birlikte Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü paylaştı. “Mutfaktaki Kimyacı”, “Çocuklar ve Gıda Güvenliği”, “Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler” isimli kitapları var. Yıllardır çevre kirliliği, kanserojenler, gıda güvencesizliği gibi, sağlığımızı yakından etkileyen konuları çalışıyor. Aynı zamanda İzmir merkezli bir vakıf olan BAYETAV’ın genel sekreterliğini de yürütüyor.

Korkunç bir rakam: 5 milyon 700 bini aç!  

TÜİK’in son açıklanan “Türkiye’de Çocuk 2024 Araştırması”na göre ülkemizde 18 yaş altında 21.8 milyon çocuk var. 0-14 yaş aralığı çocuk nüfusu ise 17.9 milyon. TÜİK verilerini BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun kriterleri üzerinden yorumlayan BAYETAV’ın analizleri, Türkiye’de 15 yaş altı her 3 çocuktan 1’inin açlık çektiğine işaret ediyor. Bu da yaklaşık 5 milyon 700 bin çocuğa karşılık geliyor. Bu korkunç bir rakam! 

Rakamları daha detaylı incelediğimizde vahametin boyutu da ortaya çıkıyor. 15 yaş altı 4.1 milyon çocuk günde bir öğün bile et, tavuk veya balık yiyemiyor. Yaklaşık 3 milyon çocuk hayatında bisiklete hiç binmemiş, paten sürmemiş. 3.3 milyon çocuğun doğru düzgün iki çift ayakkabısı yok ve giyecekleri yeni bir kıyafet alamıyorlar. Yine TÜİK verilerine göre 2 milyon çocuğun oyuncağı dahi yok. Yaklaşık 1.4 milyon çocuk yaşına uygun kitap, roman, öykü, dergi, çizgi roman okuyamıyor, 3.2 milyon çocuğun ise herhangi bir kültürel-eğitsel aktiviteye erişimi bulunmuyor.

Gıda güvencesizliği Türkiye’de daha çok tarımsal üretim bağlamında ele alınıyor ancak bunun çocuk sağlığı açısından da ele alınması gerekiyor. Açlığın çocuklar üzerinde çok geniş ve farklı etkileri var. Yaş küçüldükçe bu etkilerin doğurduğu hassasiyetler çok daha fazla. 0-14 yaş arasındaki çocukları koruyamadığınız zaman, bunun hayat boyu kalıcı etkileri oluyor. Kısacası çocuk açlığı kalıcı, dönüşsüz etkiler bırakıyor çocukların hayatlarında.

Bülent Şık 

 Bülent Şık ile çocuk açlığı özelinde konuşuyorum.

Gıda güvencesizliği konusunda yaptığınız çalışmalar Türkiye için, özellikle de çocuklar için ne söylüyor?

Türkiye’de gelir erozyonu, pandemi sonrası gıda fiyatlarındaki sert artış ve çevresel kirlenme birleşerek belirgin bir gıda güvencesizliği tablosu üretiyor; bu tablonun en ağır yükünü çocuklar taşıyor. BAYETAV olarak İzmir odağında yaptığımız çalışmalar hanelerin en az üçte birinin gıda güvencesizliği sorunu yaşadığını gösteriyor. Ancak yetersiz beslenmenin yanı sıra toksik kimyasallara maruziyet de büyük bir mesele. Yetersiz beslenme özellikle de çocuklarda toksik kimyasalların zararını artırıyor. Çocuklar biyolojik olarak daha kırılgan. Örneğin küçük çocuklar bir yetişkine kıyasla birim vücut ağırlığı başına daha fazla hava solur ve kirleticilere orantısız biçimde maruz kalır; yetersiz ve sağlıksız beslenme, toksik kimyasal maruziyeti ile bir araya geldiğinde bilişsel ve bedensel gelişimde kalıcı kayıplara yol açabilir. Bu durum ciddi bir toplumsal meseledir. 35 yıldır gıda güvenliği, beslenme ve çocuk sağlığı arasındaki ilişkiyi inceliyorum. Sağlıklı beslenmenin çocuklar için bu kadar problemli olduğu bir dönemi hatırlamıyorum. Kurşun, çocuk sağlığına tehdit oluşturan en kritik toksik maddedir örneğin. Yediğimiz gıdalara, suya, havaya bulaşarak bedenimize girer. Pek çok ülkede çocukların kurşuna maruz kalımını azaltmaya yönelik bir eğilim varken ülkemizde tam aksi olması anlaşılır bir şey değildir. Son 10 yılda boya sanayiinde kullanılan kurşunlu bileşiklerin ithalat miktarı 300 tondan 1800 tonlara çıktı ülkemizde. Pizza kutularında bile kurşunlu boya bileşikleri tespit ediliyor. Çocukların sağlıklı beslenmesini sağlamak en önemli gündem maddemiz olmalı.

Kamu bu konuda politika oluşturmadı

Yaptığınız bu çalışmalarla kamu ilgileniyor mu, ’Ne yapabiliriz?’ diye çağırıyor mu? Ya da bu konuda çalışanların sesini duyuyor mu?

Buna yanıt vermem olanaksız. Genel gözlemlerimi söyleyebilirim. Toplumsal bir duyarlılık var ancak kamu kurumları odağında bir duyarlılık yok. Kamu kurumlarında parçalı ve dönemsel ilgi görüyoruz, fakat kurumsallaşmış, kalıcı bir yaklaşım hala eksik. Öte yandan hekim örgütleri, TMMOB bünyesindeki meslek odaları, belediyeler ve sivil inisiyatifler içinde güçlü bir duyarlılık var. Örneğin “Türkiye Okul Yemekleri Koalisyonu” gibi girişimler, çocuklara okullarda ücretsiz en az bir nitelikli öğün sağlanması talebini görünür kıldı. Bu yöndeki çağrılar, sivil toplum örgütlerinin desteğiyle giderek daha güçlü bir zemine oturuyor; ancak merkezi düzeyde ilgili kamu kurumlarımızın oluşturduğu bir politika yok.  

Ücretsiz okul yemeği sosyal yardımlardan daha kapsayıcıdır 

Gıda krizi, yoksulluk, kötü beslenme, çevresel kirlilik... Bunların bir bütün olduğunu söylüyorsunuz, açar mısınız?

Gıda sistemini bir ekoloji-ekonomi-sağlık üçgeni olarak düşünmek gerekir. Yoksulluk ve fiyat şokları sağlıklı gıdaya erişimi sınırladığında, aileler ultra-işlenmiş ve ucuz ürünlere yönelir. Bu, mikrobesin yetersizliklerini ve obeziteyi artırır. Çevresel kirlenme (hava, su, toprak) toksik kimyasalların gıdalara taşınmasına yol açar. Maruziyet çocuklarda nörogelişimsel ve metabolik riskleri büyütür. Yoksul kesimler yetersiz beslenme, çevresel kirleticilere maruziyet ve obezite açısından daha büyük risk altındadır. Bu meseleler birbirinden ayrışık değildir. Örneğin çocuk sağlığını korumak istiyorsak okulda ücretsiz nitelikli bir öğün ve çocuk odaklı gıda destek programları hem yoksulluğun etkisini yumuşatır hem de ultra işlenmiş gıda bağımlılığını kırar; menüler doğru tasarlanırsa toksik kimyasal maruziyetini de azaltır. 

Çocukların açlığını önlemek için hangi politikalar devreye alınabilir? Toplum olarak ne yapabiliriz?

Anaokulundan lise son sınıfa kadar, çocuklara her gün ücretsiz ve nitelikli bir öğün sağlamak en önemli çözümlerden biri. Mevsimsel, çeşitli, ultra-işlenmiş gıdaları içermeyen ürünler, süt ürünleri, baklagiller, taze sebze meyve ve tam tahıl ağırlıklı bir menü epeyce sorunu çözer. Ücretsiz okul yemeği programları, sosyal yardım programlarından daha kapsayıcıdır ve damgalanmayı da önler. Belediyelerin ve okul mutfaklarının küçük üreticilerle sözleşmeli çalıştığı, pestisit kalıntısı ve ağır metal riskini minimize eden yerel tedarik zincirleri oluşturmak ekonomik bir canlanma da sağlayacaktır. 

Menü planlamasında toksik maruziyet azaltımı ilkesi esastır. Buna ek olarak, okula gitmeyen küçük yaştaki çocuklara hane bazında acil gıda destek programları da uygulanmalı. Yoksulluk ve afet dönemleri için çocuk odaklı nakdi/ayni destek, 0–5 yaş için ayrıcalıklı beslenme paketleri ve düzenli büyüme ve gelişme izlemi sağlamak da gerekir. Türkiye’de yaklaşık 22 milyon çocuk var ve çocuklarımızın sağlığını korumayı kamusal politikalarımızın ana gündem maddelerinden biri yapmalıyız. Şeffaflık ve bilimsel izleme de önemli. Su, toprak, hava ve gıdada kirleticileri izleme sonuçlarının kamuya açıklandığı, sağlık risk iletişiminin cezalandırılmadığı bir düzen de gerekli elbet. 

Çocuklarının karnının doymasıyla ilgilenmeyen bir ülkenin geleceği de olmayacaktır

Rakamlar her geçen gün kötüye giderken, Bülent Şık’ın vurguladığı gibi çocuklarımızın sağlığını korumayı kamusal politikalarımızın ana gündem maddesi yapmalıyız. Aciliyet gerektiren bir durum var karşımızda. TÜRK-İŞ verilerine göre Eylül 2025’te 4 kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması (açlık sınırı) yaklaşık 27 bin 970 TL olarak açıklandı. Aynı aile için tüm temel ihtiyaçları içeren yoksulluk sınırı ise 91 bin 109 TL oldu. Bu durum, temel ihtiyaçlara ulaşım maliyetinin çok yüksek olduğuna işaret ediyor. Gıda fiyatları genel enflasyonun üzerinde artış gösteriyor; temel gıda maddelerine erişim zorluğu özellikle düşük gelirli haneler için büyük bir sorun haline gelmiş durumda. Bu yazıyı yazarken medyada yumurta fiyatlarının sadece eylül ayında yüzde 19.84 zamlandığı haberi geçiyordu. Bu artık daha fazla çocuğun yumurta yiyemeyeceği anlamına geliyor. Gıda enflasyonunun, gıda krizinin etkisi, sosyal ve ekonomik kırılganlıkla birleşerek önümüzdeki yıllarda toplumsal eşitsizlikleri daha da derinleştirecek. Kamunun acilen önlem alması gerekiyor!

Bitirirken şunu tekrar vurgulamakta fayda görüyorum:

Gıda hakkı bir ayrıcalık değil, herkes için vazgeçilmez bir haktır. Bir eve 1 kilo et giremiyorsa ya da bir çocuk artık yumurta yiyemiyorsa, milyonlarca çocuk sofraya oturamıyorsa bunu toplum olarak dert etmemiz gerekiyor. Çocukların açlığı sadece onların ailelerinin ya da sivil toplumdaki bir avuç gönüllünün işi değildir. Çocukların aç olması bir toplum açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Çocuklarının açlığıyla ilgilenmeyen bir ülkenin, bir toplumun geleceği de o


Nurcan Baysal-Oksijen 248

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder