TANRI VAR MI?
Tanrıya inanmak ne
kadar mantıklı? Etrafımızdaki dünyanın zenginliği -düzenin, hayatın ve
kendimizin varlığı- evrenin doğaüstü bir tasarımcısı olduğunu varsaymadan
gerçekten açıklanabilir mi? Yoksa Darvin’in doğal seçilim teorisi
Tanrı’yı gereksiz mi kılıyor? Dünyada acı ve ıstırap olması Tanrının olmadığını mı gösterir? Yoksa bu ıstırabın sevgili Tanrı’nın varlığı ile uyumlu olduğunu mu
gösteriyor?
Tanrı’ya İnancı Doğrulamak
Milyonlarca insan
Tanrıya inanıyor. Bazıları inancın bir iman meselesi olduğunu söylüyor, İmana
bu bölümün sonuna doğru daha yakından bakacağını, Tanrı’ya
olan inancın doğrulanıp doğrulanamayacağı ile başlayacağım. Bölümün ilk kısmında Tanrı'nın varlığına dair en
ünlü görüşlere bakacağım: Tasarını delili.
Tasarını Delili (Teleolojik Delil)
Boş bir plajda yürürken
kumların üzerinde duran bir saat keşfediyorsunuz. Saat buraya nasıl geldi?
Elbette bu saatin bir tiir tasarımcının yardımı olmaksızın var olmuş olması
oldukça olasılık dışı. Saatler spontane biçimde kendilerini bir araya
getiremezler, değil mi? Aslında bu saatin açıkça bir amacı vardır: Zamanı
göstermek, öyleyse böyle karmaşık ve ustaca bir nesneyi yaratacak yeterli zekâ
ve güce sahip bir tasarımcının varlığını varsaymakta haklıyım.
Şimdi insan gözünü
düşünün. Göz de oldukça karmaşık bir nesnedir, aslında herhangi bir saatten çok
daha karmaşıktır. Gözlerin de bir amacı vardır; sahiplerinin görmesini
sağlarlar. İnsan gözleri bu amaca dikkate değer biçimde iyi uyar. O halde insan
gözünün de bir tasarımcısı olması muhtemel değil mi? Sadece böyle bir nesnenin
tasarımı ve üretimi bizim çok üstümüzde olduğu için gözün tasarımcısı bizden
çok daha zeki ve güçlü olmalı. Bu nedenle tasarımcı Tanrı olmalı.
Buna hisarım görüşü diyorum (tasanın delili veya teleolojik delil olarak da bilinir,
antik Yunan sözcüğü telos “son” veya "amaç” anlamına gelir). Görüş
başlangıç noktasını doğanın son derece karmaşık olduğu ve gerçekten bir
fonksiyon ve amaç işaretleri gösterdiği gözlemine dayandırır. Görüş sonra bir analoji ile devam eder: Saatin
zeki bir tasarımcısı olduğunu varsaymak mantıklı ise o halde analoji ile gözün de bir
tasarımcısı olduğuna inanmak mantıklıdır.
Tasarım görüşü
kesin değildir elbette. Taraftarları gözün bir tasarımcının yardımı olmaksızın
sadece şans ile meydana gelmiş olabileceğini kabul edebilirler. Onların
söylemek istediği bunun oldukça ihtimal dışı olduğudur. Zeki ve güçlü varlığın
dâhil olmasından çok daha tartışmalıdır. Bu yüzden gözün var oluşu'bize
Tanrı’ya inanmak için oldukça sağla/n nedenler verir.
Tasanın görüşü
sürekli popülerdir. Saat ve göz arasındaki kıyası ortaya koyan William Paley
(1743-1805) belki de bu görüşün eıı ünlü taraftarıdır, Bugün bile birçokları
dinin inançlarını bunun bir türü ile doğrular. Ancak görüşün devam eden
popülerliğine rağmen oldukça kötü sorunları var.
Doğal
Seçilim
Belki de Paley’nin
görüşü ile ilgili en önemli sorun göz gibi nesnelerin
herhangi bir tasarımcının yardımı olmaksızın nasıl oluşabileceğine dair bir
teorimizin olmasıdır. Bu teori doğal
seçilimdir.
Yaşayan
organizmaların hücrelerinde o türde organizmalar inşa etmek için bir tür plan
oluşturan DNA adında bir molekül dizilimi vardır. Organizmalar çoğaldıklarında
bu DNA kopyalanır ve yeni organizmalara geçer. Ancak rastlantısal olaylarla DNA
diziliminde küçük değişiklikler olabilir. Bu nedenle yeni organizma ebeveynlerinden
(çok az da olsa) farklı olabilir. Bu değişimlere mutasyon denir. Yeni
organizmanın içinde bulunduğu çevreye bağlı olarak bu mutasyonlar hayatta kalma
ve üreme şansını artırır veya azaltır.
Örneğin
hafif, daha uzun boyunlu bir canlının yüksek ağaçlardan beslenme şansı artar.
Daha parlak renkte tüyleri olan bir canlı avcılara daha kolay yem olabilir.
Avantajlı mutasyonların gelecek nesillere geçme şansı daha yüksektir.
Dezavantajlı mutasyonların diğer nesle kalması daha zordur. Mutasyonlar yüzler,
binler ve hatta milyonlarca nesilde tekrarlandıkça bir tür sonunda evrim
geçirir ve çevresine uyum sağlar. Aslında doğal seçilim işlemi sonunda tamamen
yeni türler ortaya çıkabilir.
Doğal
seçilim kolayca insan gözünün nasıl oluştuğunu açıklayabilir. Belki de suda
yaşayan basit bir canlı mııtasyonla ışığa duyarlı tek bir hücre geliştirdi.
Böyle bir hücre avantajlı olabilir, örneğin canlının okyanusta derinliği
ölçmesini sağlamış olabilir (okyanusta derine indikçe daha karanlık olur).
Sonunda bizimki gibi bir göz oluşuncaya kadar daha çok mutasyon böyle
hücreleri çoğaltmış olabilir.
Bu
açıklamanın tamamen doğal olduğunun altını
çizin. Doğaüstü bir aracı veya tasarımcıya başvurma ihtiyacı yok. Bu gözün
nasıl oluşmuş olduğuna dair oldukça makul bir alternatifin varlığı Tanrı'nın
yardımına olan ihtiyacı ortadan kaldırıyor. Doğal seçilim söz konusu olduğunda
gözler böyle bir varlık olmadan da oluşması beklenen şeyler. Bu yüzden gözlerin
varlığı Tanrının varlığına dair sağlam kanıtlar sağlamıyor.
Elbette
yanıt olarak tasarım görüşünün taraftarı DNA’nın nereden geldiğini sorabilir.
Doğal seçilimin gerçekleşebilmesi için DNA gereklidir. Yani DNA'nın tek başına
varlığı doğal seçilim ile açıklanamaz. Ayrıca birileri DNA’nın kendi başına
amaç ve tasarım gösterdiğini önerebilir. Bu bize Tanrı’nın var olduğunu
varsaymak için sağlam kanıtlar vermez mi?
Belki de hayır.
Aslında DNA nispeten daha basit bir mekanizmadır. İlk hayat ortaya çıktığında
dünya üzerinde bildiğimiz koşullar göz önüne alındığında, DNA’nın kendiliğinden
ortaya çıkmış olabileceği o kadar da mantıksız değildir. Elbette DNA’nın nasıl
ortaya çıktığını bilemeyiz, ve belki de asla bilemeyeceğiz. Ancak bilimsel bir
süreç olarak DNA’nın ortaya çıkışının doğaüstü yardım gerektirmiş olması
muhtemel değildir.
Evrenin
Manivelaları
Tasarım görüşünün geleneksel
türlerinden bu kadar bahsedeceğim. Ancak bu görüşün modern bilimsel teorilerle
baltalandığı değil de aslında onlar tarafından desteklendiği türleri de var.
Aşağıdaki örneği ele alalım:
Dünya
doğa kanunları tarafından yönetiliyor. Bu kuralların birçok belirlenme yöntemi
olabilir. Sadece çok küçük bir oranı bizim gibi bilinçli varlıkları üretme ve
sürdürmeyi sağlayacak istikrarlı bir evrene izin veriyor (örneğin yerçekimsel
güçler biraz daha güçlü olsaydı evren bir veya iki saniyeden daha uzun dayanamazdı).
Evrenin bizim gibi bilinçli canlıları destekleyecek yasalarla öylesine
yönetiliyor olması sıra dışı biçimde ihtimal dışıdır. Evrenin manivelalarının
rastgele değil, büyük bir hassaslıkla
eğer rastgele
olsaydı, böylesine mükemmel bir sonuç ortaya çıkamazdı görüşü çok daha ikna
edici görünüyor. Bu yüzden evreni bu şekilde kuran bir Tanrının var olduğuna
inanmak da makuldür.
Bu
argüman kesin olarak Tanrı'nın varlığını kanıtlamaz. Ancak Tanrı’ya inanç
için iyi bir dayanak sağlaması gerekiyor. Ben bu görüşe antropik görüş diyorum.
Düşünce Araçları: Loto Safsatası
Antropik görüşü
sunanlar sık sık loto safsatası yapmakla suçlanırlar.
Bin piyango biletinden bir tanesini aldığınızı varsayalım. Kazandınız. Sizin
biletinizin kazanma şansı oldukça düşük elbette.
Ama bu size birilerinin
sizin için piyangoda hile yaptığına inanmanız için bir neden vermiyor. Sonuçta
biletlerden biri kazanmak zorunda ve hangi bilet kazanırsa kazansın bu
diğerlerinin kazanmasından daha az imkânsız değil. Yani sizin kazanmanızın birilerinin veya bir şeyin sizin yararınıza
müdahale etmiş olması ile açıklanmasına inanmanız için bir neden yok - şanslı
olmak dışında başka bir şeyden fayda gördüğünüzü varsaymak için bir neden yok.
Aksini düşünmek loto safsatası olur.
Neden
antropik görüş loto safsatasını içerir? Evet, evren öyle ya da böyle bir
şekilde ayarlanacaktı. Her bir ayarlanma biçimi en az diğeri kadar ihtimal
dışı. Yani bu şekilde kurulmuş
olması, bizim gibi varlıkların bulunması, bize şanslı olduğumuzdan öte bir şeye
inanmamız için hiçbir neden vermez. Aksini düşünmek, sözde loto safsatası
yapmak olur.
“Bölüm 23: Mucizeler ve Doğaüstü”nde loto safsatasının
başka örneklerini bulabilirsiniz (tren rayında koşan çocuk hakkındaki hikâye).
Kötülük Sorunu
Antropik görüş loto
safsatasını içersin ya da içermesin tasarım görüşünün tüm türlerinde başka,
daha derin zorluklar var olmaya devam ediyor. Belki de en ezici zorluk bu.
Tartışmanın selameti açısından evrenin bir tür zeki yaratıcı tarafından
tasarlandığına dair izler taşıdığını kabul etsek bile kanıtlar güçlü
biçimde bu yaratıcının Tanrı olmadığını işaret ediyor.
İşte
nedeni. Tanrının Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar tarafından en az üç
özelliği olduğu kabul ediliyor: Her şeyi bilme (çünkü O her şeyi bilendir), her
şeyi yapabilme (O her şeye kadirdir) ve üstün hayırseverlik. Ancak dünyada
büyük acılar olduğu gerçeği ile böylesi bir varlığın varoluşunu uzlaştırmak
imkânsız görünüyor. Evet, Tanrı, eğer varsa, “her şeyi parlak ve güzel"
yapmıştır. Ama aynı zamanda kanser, deprem, açlık, veba ve basuru yarattığım da
unutmayalım. Bu anlamıyla Tanrı biz çocuklarına büyük acılar veriyor. Neden?
Tanrı
üstün biçimde hayırsever olduğundan bizim acı çekmemizi isteyemez. Her şeyi
bildiği için acı çektiğimizi de biliyordur. Ve her şeye gücü yettiğinden
isterse acımıza son verebilir. Tanrı bizleıin
yaşayacağı çok daha iyi bir evren yaratabilirdi: Hastalık ve acının olmadığı,
depremlerin yaşanmadığı ve insanların hiç aç kalmadığı bir evren yaratabilirdi.
Tanrı dünyayı cennet gibi yaratabilirdi. Neden yapmadı?
Görünüşe
göre Palcy’nin de inandığı gibi evren bir tür varlık tarafından tasarlandıysa,
bu, her şeye gücü yeten (bizim yaşamamız için daha iyi bir evren yaratamadı),
her şeyi bilen (bu tür acılar yaratacağını bilemedi) ve hep iyi (acı çekeceğimizi
biliyordu ama umursamadı) bir varlık değildir. Ama Tanrı, eğer varsa bu üç
özelliğe de sahiptir. Bu nedenle Tanrı yoktur.
Bu
görüşle ilgili sorun, teistler için kötülük sorunu dediğimiz
("kötülükten” acı çekme) sorunu ortaya çıkarmasıdır.
Teistler
bu sorunla baş edebilmek için büyük enerji harcamışlardır. İşte en bariz üç
savunma hattı.
Tanrı’nın Cezası
Bazıları
çektiğimiz acıların bir ceza olduğunu söylüyorlar. Tıpkı sevgi dolu
ebeveynlerin yanlış yapan çocuklarını bazen cezalandırması gibi. Tanrı da günah
işlediğimizde bizi cezalandırır.
Bu
savunma hattı ile ilgili açık sorunlardan biri de acının adil ve yardımsever
bir Tanrı’ya uygun biçimde dağıtılmadığıdır. Örneğin neden Tanrı küçük
çocuklara uzun ve acılı hastalıklar veriyor? Bunu hak edecek ne yaptılar?
Hiçbir şey elbette?
Teistler
bu cezanın çocuklara yetişkinlerin günahları yüzünden verildiğinde ısrar
edebilir. Ama bu zalimce görünüyor. Kimse suçluların çocuklarını cezalandıran
bir mahkemeyi ahlaki olarak kabul edilebilir bulamaz. Aynı biçimde cezalandıran
bir varlık da elbette ki ahlaki olarak daha az nefret uyandırıcı değildir.
Tanrı Bizi Özgür Yarattı
Belki de kötülük
sorununa en popüler yanıt acımızın Tanrı'nın kusuru değil bizim kusurumuz
olduğunu söylemektir. Tanrı bizi özgür yarattı - karar verme ve tercih
yapabilme ve bunları uygulayabilme becerisine sahibiz. Bazen acıya neden olacak
biçimde hareket ederiz. Örneğin savaşlar başlatırız. Doğru, Tanrı bize özgür
irade vermeyerek bu acıyı engelleyebilirdi. Ama özgür irademiz olması daha iyi.
Tanrı bizi özgür kararlar veremeyen otomatlar olarak yaratsaydı dünya çok daha
kötü bir yer olurdu. Ama o halde, sonuçta acı yardımsever bir Tanrı ile
uçlaştırılabilir.
Bu
savunmadaki en göze batan hata birçok acının köken olarak doğal olmasıdır. Depremler,
kıtlıklar, seller, hastalıklar ve diğerleri, büyük oranda bizden kaynaklanmaz.
Eğer bir Tanrı varsa o halde bunlardan O sorumludur.
Bir
teist en azından bazı sözde "doğal" kötülüklerin aslında bizim kendi
hatamız olduğunda ısrar edebilir. Örneğin belki de çok fazla fosil yakıtı
kullanarak istemeden sellere neden olmuş olabiliriz.
Sonuçla çevreyi
kirletenler küresel ısınmaya, küresel ısınma da sellere neden olmuş olabilir.
Ancak farklı davranmış olsaydık hiç acı olmayacağını varsaymak absürttür. Depremlere
nasıl bir kaza sonucu neden olduğumuzu anlamak zordur. Eğer Tanrı varsa o
halde, bu acıların büyük kısmının O’nun hatası olduğu sonucundan kaçmak zordur.
Acı Bizi Erdemli Yapar
Bazı teistler
yaşadığımız acı ve zorlukların bir amacı olduğunu söylerler: Bizi daha iyi
insanlar haline getirdiğine inanırlar. Acı olmadan Tanrı'nın olmamızı istediği
erdemli insanlar olamayız.
Tanrı’nın
bizi neden en baştan erdemli yaratmadığını merak edebilirsiniz. Ama ne olursa
olsun acı erdemli olmak için ödememiz gereken kaçınılmaz bir bedelse Tanrı’nın
acıyı neden böyle servis ettiğini açıklamak zordur. Neden birçok insanı öldüren
diktatörler hayatlarını lüks içinde sürdürüyor? Neden tatlı ve güzel insanlara
korkunç hastalıklar bulaşıyor? En azından acının dünya üzerindeki görünüşte
rastgele dağılımının bizi nasıl erdemli yapması gerektiğini anlamak zordur.
Bazıları
“Tanrı tuhaf biçimlerde çalışır" üzerinde ısrar ederek acının kendi
iyiliğimiz için olduğu önerisini savunmaya çalışırlar. Ama bu sadece yenilgiyi
kabul etmek demektir. Bu, acının dağılımı her ne kadar mantıklı görünmese de,
yine de nihai olarak anlamlı görünebileceği gerçeğini kabul
etmektir. Evet, nihayetinde anlamlı görünebilir. Ama bu, kanıtların,
görünüşe göre bir Tanrı olmadığını işaret ettiğini inkâr etmek demek değildir.
Sonuç
olarak, tasarım delili evrenin tasarlandığına inanmak için nedenler sunsa da
(bu şüpheli), görünüşe göre bu tasarımcı Tanrı olamaz. Kötülük sorunu kısaca
teistler için son derece ciddidir. Aslında sorun bize bir Tanrı olmadığına
dair oldukça iyi -kesin olmasa da- nedenler veriyor gibi görünmektedir.
Düşünce
Araçları: Ockham’ın Usturası - “Basit Tut”
Tanrı'nın varlığına dair destekleyen ve karşı çıkan
görüşler üzerine gözlemimiz Tanrı’nın var olduğuna dair az,
var olmadığına ir ise oldukça fazla kanıt olduğunu gösteriyor.
Ama tartışmanın selameti açısından Tanrının varlığına dair kanıtların,
olmadığına dair kanıtlardan daha az olmadığım sayın. O zaman hangisine inanmak
daha mantıklı olurdu. Birçokları o halde agnostik olmalısın derdi. Mantıklı
olan hükmü ertelemektir.
Ama
bu bir hata. Aslında kanıtlama zorunluluğu teistin zerindedir, Her iki yönde de
sağlam kanıtların yokluğunda mantıklı konum ateizmi
seçmektir. Neden?
Ockhamlı William
(1285-1349) mevcut kanıtlarla eşit derecede desteklenen iki hipotez
sunulduğunda her zaman daha basit olanı seçmeniz
gerektiğini belirtir. Ockham’ın Usturası olarak bilinen bu prensip çok
mantıklıdır. Örneğin şu iki hipoteze bakalım.
A: Bahçenin altında
gübre yığınları, çiçekler, ağaçlar, çalılar ve bu tür şeylerin yanı sıra
görünmez, elle tutulmaz, soyut periler vardır.
B: Bahçenin altında
periler yoktur sadece gübre yığınları, çiçekler, ağaçlar, çalılar ve bu tür
şeyler vardır.
Gözlemlediğim her şey
her iki hipoteze de iyi uyuyor. Sonuçta bahçemin altındaki periler görünmez,
elle tutulmaz ve soyutlarsa o halde varlıklarına dair bir kanıt bulmayı
ummamalıyım, değil mi?
Mevcut
kanıtların her iki hipoteze de eşit biçimde uyması gerçeği bahçemin altında
periler olup olmadığına dair hükmü ertelemem gerektiği anlamına mı gelir?
Elbette
hayır. İnanılacak mantıklı şey peri olmadığıdır. Çünkü bu daha basit olan
hipotezdir. Neden gereksiz perileri işe karıştıralım ki?
Benzer
biçimde mevcut kanıtlar hem ateizme hem de teizme eşit biçimde uyuyorsa o halde
kabul edilmesi mantıklı olan ateizmdir. Çünkü ateist hipotez daha basittir:
Çevremizde gördüğümüz doğal dünyaya bağlı kalır ve doğaüstü varlıkları hariç
tutar.
Dini
Deneyim
Tanrı’ya olan inancın
mantıklı olması için sağlam
nedenlerle desteklenen kanıtlar var mı? Belki de yok. Bazıları Tanrı'nın varlığının
onlara doğrudan
vahiy olduğunun
gerçek olması için bir nedene ihtiyaçları olmadığında
ısrar ediyorlar. Tanrı'ya
dair kişisel deneyimler yaşamışlar.
Bu
tür "vahiy olan" deneyimlerle ilgili zorluklardan biri de tek bir
inançla sınırlı olmamalarıdır.
Katolikler Bakire Meryem’i görür. Hindular Vişnu’ya tanıklık eder. New
Age Tanrıça’yı deneyimler. Romalıların Tanrı Jüpiter'e dair hayalleri vardı.
Antik Yunanlar Zeus’u gördü. Aslında ateist bile doğaüstü ve vahiy kaynağı
(Tanrı değilse bile) deneyimler yaşadıklarını iddia eder. İnsanların birçok
garip ve çoğu zaman çelişkili deneyimleri -her zaman tesadüfi olarak kendi
kişisel inançları ile uyumlu biçimde gerçekleşir (mesela Zeus’u gören bir
Katolik duymazsınız)- aydınlanma yaşayan kişiyi deneyimine dikkatle yaklaşması
gerektiği sonucuna götürür.
Bu
yüzden bu dini deneyimlerin en azından bir kısmının psikolojik nedenleri
olduğu bilinmelidir. Örneğin ölüme yaklaşanlar tarafından yaşanan ünlü
“tünel" deneyimi ve ona eşlik eden yoğun “iyi olma" hissi hipoksi sonucudur
ve bu pilotların girdiği santrifüj testinde de görülebilir (pilotların
bayılmadan hemen önce “mutluluktan uçan” yüz
ifadelerini izlemek inanılmazdır).
Ruhani bir
deneyim yaşadığına inananlar böyle bir şey yaşamış olabilir. Ama kanıtlar bu sonucu
güçlü biçimde desteklemiyor.
Birçok teist burada
teizm lehinde ve aleyhinde tartışılan görüşlerin ilgisiz olduğunda ısrar eder.
Derler ki, Tanrı’ya inanç bir muhakeme meselesi değildir. Bir inanç
meselesidir. Sadece inanmalısın.
Yine de tam
olarak ne tür bir inanç gerektiği konusunda net olmalıyız. Bir çokları inanç sahibi olduklarını iddia ederken
bunu çoğu zaman inançlarının tamamen mantıklı bir temelden azade olduğunu iddia etmez.
Tanrı'ya inanmak için bir sürü neden varken bu nedenlerin kesin olmadıklarını
söylerler. İtiraf ettikleri gibi Tanrı’nın varlığı kanıtlanamaz.
Ateizın
de Bir “İnanç” Meselesi midir?
Bu tür bir “iııanç”
konuşması iki şekilde yanlış yönlendirilebilir, İlki binlerinin ateizm ve
teizmin entelektüel olarak eşit derecede olması gerektiğini varsaymasına neden
olabilir. “Dinle,” diyebilirler, “Tanrı’nın var olduğunu ispatlayamadığımı
biliyorum. Ama ateistler de kesin olarak var olmadığını kanıtlayamazlar. Bu
yüzden hem ateizm hem de teizm inanç sıçraması gerektirir. Ama her ikisi de
eşit derecede mantıksızdır."
İşte internetten
alınmış bir örnek:
[Tanrı’nın] varlığı
fiziksel araçlarla kanıtlanamaz. Ancak aksi de kanıtlanamaz. Bunun anlamı
nedir? Bu Tanrı’nın (veya Tanrıların) varlığına inanmak tam ve kesin bir inanç
gerektirir ve olmadığına inanmak da tam ve kesin bir inanç gerektirir.'
Her ikisi de kesin
olarak “kanıtlanmadığı" için ateizm ve teizmin eşit derecede bir “inanç”
meselesi olduğu iddiası birisinin diğerine karşı baskın biçimde görüş ve
kanıtlarla desteklendiği gerçeğini göz ardı etmektedir. İki durum entelektüel
olarak eşdeğer olamazlar. Perilerin var olduğunu kamtlayamam. Ancak kesin ve
şüpheye yer bırakmayacak biçimde var olmadıklarını da kamtlayamam, Buradan perilerin
var olduğuna İnanmakla varolmadıklarına inanmanın eşit derecede mantıklı
olduğunu anlamı çıkmaz.
Tanrı’nın
varlığına dair en popüler görüşlerle
ilgili kısa incelememiz Tanrının varlığını destekleyen
oldukça az, aksini destekleyen oldukça (azla kanıt olduğunu (kötülük sorunu ile
sağlanan kanıtlar) göstermektedir. Bu yüzden Tanrı’nın olmadığına inanmak en az perilerin
olmadığına inanmak kadar rasyoneldir - ki bu da oldukça rasyonel bir şeydir.
İnanç, Akıl ve
Elvis Presley
İnanç meselesinin yanlış anlaşılabileceği
bir biçim daha var. Tanrı’nın varlığına "İnancım” olduğunu varsayalım.
Bununla sadece Tanrı’nın varlığının
kanıtlanamaz olduğunu ifade ediyorsam aslında inancımı hâlâ mantıklı, ateist
alternatifinden daha mantıklı gördüğüm
Gerçekten
de basit ve güvenilir “inancı” olduğunu savunan tc- istler inançlarının
mantıksızlığını nadiren düşünürler. Çok az teist Elvis’in yaşadığı inancının,
Tanrı’nın varolduğu inancından daha mantıklı olduğunu kabul etmeye hazırdır. Ancak Elvis’in hâlâ yaşadığı inancını ele alalım:
Birçoklarına göre Elvis aslında ölmedi ve gizli bir hayat sürmeye devam etti.
Teistlcrin şüphesiz belirtecekleri gibi bu inanç kesinlikle mantıksız ve absürt
çünkü bunu destekleyen çok az kanıt varken karşısında bir sürü kanıt var.
Ama
Tanrı’ya inanç daha mı az mantıksız ve absürt? Dediğim gibi Tanrı’nın varlığını
destekleyen ve ona karşı çıkan popüler görüşlerin hızlı bir incelemesi böyle
olmadığını gösteriyor.
Ancak
bu çok az teistin kabullenmeye hazır olduğu bir sonuç. Sadece “inanç” sahibi
olduğunu iddia edenler bile -“sadece inanıyorum” diye ısrar edenler- neden
inandıklarım açıklamaları İçin bastırıldığında sessizce “Ama evren bir yerlerden gelmiş olmalı, değil
mi?" diye sessizce söylenirler.
Diğer
bir deyişle ortaya çıkan “inanç" iddialarının arkasında çoğu zaman
standart teistik görüşler pusuya
yatmıştır (bu vakadaki görüş için bakınız: “Bölüm I: Evren Nereden Çıktı?”). Bu
görüşler belki de açık biçimde inanan bir zihinde yoktur ama yine de varlıklarını
hissettirirler. Neden ve tasarım önermeleri özellikle aşırı baştan çıkarıcıdır.
Hepimiz için neden (veya en azından ortaya konuluş biçimleri ile) yanıltıcı
olduklarını anlamamız dikkate değer bir entelektüel çaba gerektirir.
“İnancı" olduğunu iddia edenlerin bile çoğu bir zaman inançlarım mantıklı
görmesi bu nedenle şaşırtıcı değildir.
Elbette
Elvis'in yaşadığı iddiası daha boş ve daha anlamsızdır. Tanrı'ya inanç öyle
değildir: Devasa, hayatı değiştirebilecek etkileri olur. “Tanrı var
mıdır?" sorusunun ne kadar derin ve önemli olduğuna şüphe yok. Binlerce
yıldır insan düşüncesine hükmediyor. Tanrı’ya duyulan inanç çoğumuzun sahip
olduğu özlemlere yanıt veriyor ve bu kolayca reddedilecek bir şey değildir.
Yine
de Tanrı’nın varlığına inanmak için Elvis’in yaşadığına inanmaktan daha çok
neden olup olmadığı sorusu hâlâ olduğu yerde duruyor. Tanrı’ya inananlar daha mı haklılar? Cevap belki de olmatlıklarıdır. Bu bir
gerçekse, “inancın" bu gerçeği örtbas etmesine izin vermemeliyiz.
Tanrı’nın varlığını
destekleyen ve ona karşı çıkan eıı popüler argümanları içeren incelememiz
kanıtların güçlü bir biçimde Tanrı'nın olmadığını işaret ettiğini gösteriyor.
Ama
belki de Tanrı'nın varlığına dair görüşlerden bazıları kurtarılabilir.
Veya belki de dalla iyi görüşler oluşturulabilir. Ve belki de kötülük sorunu
ile baş edilebilir. Böyle olursa
o zaman Tanrı’ya inanmanın mantıklı olması savunulabilir.
Yine
de bunlar büyük "belkiler.” Benim sonucum Tanrı’ya inanmanın bir hata
olduğu değil. Sadece teizmin savunmak için çoğu insanın farkında olduğundan
daha kötü bir durumda olduğudur. Telsilerin kötülük sorunu ile baş etmeleri ve
Tanrı’nın varlığına dair daha iyi görüşlerle ortaya
çıkmaları gerekiyor. Ya bunu yapacaklar ya da inançlarını sürdürecek ve bunun,
Elvis’in yaşadığı inancından daha mantıklı olmadığını kabul
edecekler.
Kaynak: Felsefe Jimnastiği, Stephan Law
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder