20 Mayıs 2019 Pazartesi

İNANCIN BİYOLOJİSİ


İnsanlar görünüşte akla aykırı bir şeye inanmaya nasıl yönelir? Önce inançlar oluşur; ardından inanca bağlı gerçekçiliği doğrulamak üzere inancın dayandığı sebepler ileri sürülür, inanç savlarının çoğu, tartışmasız doğru ile apaçık yanlış arasındaki bu­lanık sınır alanının bir yerinde durur. Peki, beynimiz böylesine geniş bir inanç alanını nasıl işler? Sam Harris, Sameer A. Sheth ve Mark S. Cohen adlı nörologlar 2007’de bunu öğrenmek üzere, UÇLA Beyin Haritası Çıkarma Merkezi’nde on dört yetişkin deneğin beyinlerini taramaya dönük iMRG yöntemini kullandılar. Deneklerine açıkça doğru, açıkça yanlış ya da o anda karar verilemez nitelikteki bir dizi belirlemeyi sun­dular. Bu belirlemelere tepki olarak, inancı, inançsızlığı ya da belirsizliği belirten bir tuşa basmalarını istediler. Örneğin:
Doğru: (2 + 6) + 8=16.
Yanlış: 62 sayısı 9’a tam bölünebilir.
Belirsiz: 1,2S? = 32608,5153.
Doğru: Çoğu insanın on el ve on ayak parmağı vardır.
Yanlış: Kartallar yaygın ev hayvanlarıdır.
Belirsiz: Geçen Salı günü Dozu Jones Sanayi Endeksi Ortalaması yüzde 1,2 oranında yükseldi.
Doğru: Başka birinin çektiği acıdan keyif almak kötüdür.
Yanlış: Oy verme çağına gelene kadar çocuklara hiçbir hak tanınmama­lıdır.
Belirsiz: Bir çocuğa yalan söylemek bir yetişkine yalan söylemekten daha iyidir.
Deneyden dört önemli saptama çıktı:
1.      ifadeleri değerlendirmede tepki süresi bakımından anlamlı fark­lılıklar vardı. Doğru (inanç belirtici) belirlemelere tepkiler gerek yanlış (inançsızlık belirtici) belirlemelere, gerekse belirsiz belir­lemelere tepkilere oranla anlamlı ölçüde daha kısa süreliydi; ama yanlış (inançsızlık belirtici) belirlemeler ve belirsiz belirlemeler arasında tepki süresi bakımından hiçbir farkhlık yoktu.
2.      Doğru (inanç belirtici) belirlemelere ve yanlış (inançsızlık belir­tici) belirlemelere tepkiler karşılaştırılınca, ödüller bağlamında kendini anlatma, karar alma ve öğrenmeyle bağlantılı bir beyin alanı olan ön-orta alın korteksinde inançla bağlantılı sinir aktivitesi bakımından bir sıçrama olduğu ortaya çıktı.
3.      Yanlış (inançsızlık belirtici) belirlemelere ve doğru (inanç belir­tici) belirlemelere tepkilerin karşılaştırılması, negatif uyarımlara tepkilerle, ağrı algılamasıyla ve tiksinmeyle bağlantılı olan ön in- sulada beyin aktivitesinin arttığını gösterdi.
4.      Belirsizlik belirlemelerine tepkilerin gerek doğru (inanç belirtici) belirlemelere, gerekse yanlış (inançsızlık belirtici) belirlemelere tepkilerle karşılaştırılması, hata beÜrlemede ve çatışma giderme­de devreye giren ön singulat korteksinde sinir hareketlenmesinin yükseldiğini ortaya koydu.
Bu sonuçlar bize inanç ve beyin konusunda ne anlatır? “Çeşitli psi­kolojik araştırmalar [17,yüzyılda yaşamış Hollandalı filozof Baruch] Spinoza’nın bir belirlemenin sırf kavranmasının onun doğru olduğuna dair örtük kabulü gerektirdiği, buna karşılık inançsızlığın sonradan ge­lişen bir reddetme sürecini gerektirdiği yolundaki varsayımını destekler gibidir.” diye belirtiyor Harris ve çalışma arkadaşları. “Bir önermeyi an­lamak bir nesneyi fiziksel mekân içinde algılamaya benzetilebilir: Öyle anlaşılıyor ki, aksi kanıtlanana kadar görünüşleri gerçek olarak kabul etmekteyiz.” Bu yüzden deneklerin doğru belirlemeleri inanılır saymaları, yanlış belirlemeleri inanılmaz ya da belirsiz belirlemeleri karar verilemez olarak değerlendirmelerinden daha hızlıydı. Dahası, anlaşıldığı kadarıy­la beynin yanlış ya da belirsiz belirlemeleri özellikle tatları ve kokuları değerlendirmede ağrı ve tiksintiyle bağlantılı bölgelerde işlemden ge­çirmesi nedeniyle, bu araştırma bir savın uygunluğunu belirtmek için kullanılan “tat testi”nden ya da “koku testi”nden geçme ibaresine yeni anlam getirmektedir. Saçma bir şey duyduğunuzda, bunu kokusundan anlayabilirsiniz.
inancın ve kuşkuculuğun sinirsel bağıntılarına gelince, ön-orta alın korteksi üst düzeydeki bilişsel olgu değerlendirmelerini alt düzeydeki duygusal tepki çağrışımlarına bağlamada etkili rol oynar ve her türlü sa­vı değerlendirirken bu işlevi görür. Bu bakımdan ahlaksal belirlemeleri değerlendirmede matematiksel ve olgusal belirlemeleri değerlendirme­ye benzer bir sinir aktifleşmesi kalıbı vardır. Beyinlerinin bu alanı hasar görmüş insanlar, iyi ve kötü kararlar arasında duygusal bir farklılığı sezmede güçlük çekerler; öykü uydurmaya, yani doğru ve yanlış anıları bir­birine karıştırmaya ve gerçekliği hayalle birleştirmeye yatkın olmalarının sebebi de budur.
Bu araştırma, Spinoza’nın varsayımı olarak adlandırdığım şeyi des­teklemektedir: İnanç çabuk ve doğal biçimde edinilirken, kuşkuculuk yavaş ve doğal olmayan bir süreç izler; çoğu insanın belirsizliğe karşı düşük bir da­yanma gücü vardır. Bir savın aksi kanıtlanana kadar doğru olmadığı yo­lundaki bilimsel ilke, çabuk kavrayabildiğimiz şeyleri doğru kabul etme yönündeki doğal eğilimimize aykırı düşer. Yani, aslında kuşkuculuğu ve inançsızlığı ödüllendirmemiz, yeni bulgular karşısında fikirlerini değiş­tirmeye açık olanları desteklememiz gerekir. Oysa en başta din, siyaset ve iktisat alanlarında olmak üzere, sosyal kuramların çoğu iman, parti ya da ideoloji esaslı doktrinlere inancı ödüllendirirken, önderlerin otoritesine kafa tutanları cezalandırır, belirsizliği ve özellikle kuşkuculuğu caydırır.
Dinsel ve dindışı inancın sinirsel bağıntılarını bulmaya dönük ikinci bir iMRG çalışmasında, Sam Harris ve UÇLA meslektaşları, bizzat ken­di beyanlarına göre on beşi Hıristiyan ve on beşi inançsız olmak üzere, otuz deneğin beyinlerini, dinsel ve dindışı önermelerin doğruluğunu ve yanlışlığını değerlendirdikleri sırada taradılar. Örneğin, dinsel belirleme­lerden biri “İsa, Kitabı Mukaddes’te ona atfedilen mucizeleri gerçekten yerine getirmiştir.” biçiminde, dindışı belirlemelerden biri ise “Büyük İskender çok ünlü bir askeri önderdi.”biçimindeydi. Deneklere bir belir­lemeyi doğru (inanç belirtici) ya da yanlış (inançsızlık belirtici) gördük­lerine işaret eden bir tuşa basmaları bildirildi. Belirlemeleri yanlış olarak algılayanlarda tepki süresinin aynı belirlemeleri doğru olarak yorumla­yanlara oranla anlamlı ölçüde daha uzun olduğu bir kez daha görüldü. Hıristiyanların ve inançsızların gerek dinsel (“Melekler gerçekten var­dır.”), gerekse dindışı (“Kartallar gerçekten vardır.”) uyarımlar karşısında “yanlış” tepkisine oranla “doğru” tepkisini vermede (herkes için bir gö­rüşe katılmanın katılmamadan daha kolay olmasından dolayı) daha hızlı davranmaları, buna karşılık inançsızların özellikle dinsel belirlemelere tepki vermede çabuk davranmaları çarpıcı bir sonuçtu.
Beyin içindeki süreçleri yansıtan taramalar, ödüller bağlamında ken­dini tanıma, karar alma ve öğrenmeyle bağlantılı olduğunu belirttiğimiz ön-orta alın korteksinin gerek dinsel, gerekse dindışı belirlemeler ko­nusunda hem inançlılarda, hem de inançsızlarda bir sinyal artışı gös­terdiğini, yani oksijen verici kan akışının arttığını ortaya koydu. Bu bir “dopaminerjik sisterh’dir -dopaminin hazla bağlantılı bir sinir iletici madde olduğu ve öğrenmeyi pekiştirmede rol oynadığı unutulmamalıdır. Denekler ister Tanrıya ilişkin belirlemelere, isterse de sıradan olgulara ilişkin belirlemelere inansınlar, aynı durum geçerliydi. Aslında, hem inançlılarda, hem de inançsızlarda inanç ve inançsızlık arasında doğrudan bir karşılaştırmanın hiçbir farklılık göstermemesi, Harris’i ve meslektaş­larını “inanç ve inançsızlık arasındaki farklılığın içerikten bağımsızmış gibi göründüğü” sonucuna varmaya yöneltti. Yani, hem inançlılar, hem de inançsızlar gerek dinsel, gerekse dindışı savların doğruluğunu aynı beyin alanında değerlendiriyor gibidir. Bir başka deyişle, beyinde bir “inanç” modülü ya da “inançsızlık modülü, bir avanaklık şebekesi ya da kuşkucu şebeke yoktur.
Dinsel uyarımlara tepkiden dindışı uyarımlara tepkinin çıkarılması, dinsel uyarımlara dönük kan oksijen düzeyine bağlı sinyalin (ağrı algı­sıyla ve tiksintiyle bağlantılı) ön insulada ve (ödülle bağlantılı) ön striyatumda, ayrıca bildik dostumuz OSK’de, yani hata saptama ve çatışma giderme şebekesinde daha yüksek olduğunu ortaya çıkardı. Yani, dinsel belirlemeler olumlu ve olumsuz etkileri daha fazla kışkırtmaktaydı. Din­dışı uyarımlara tepkiden dinsel uyarımlara tepkinin çıkarılması, anıları hatırlamada doğrudan rol oynadığı gayet iyi bilinen hipokampustaki be­yin aktivitesinde bir artış olduğunu ortaya çıkardı. Çarpıcı bir sonuçla bunun hem inançlılar, hem de inançsızlar için geçerli olması, Harris ve meslektaşlarını “her iki kesimin dinsel belirlemeleri değerlendirirken daha fazla bilişsel çatışma ve belirsizlik yaşadığı” ve “çalışmada sunu­lan dindışı uyarımlar hakkındaki değerlendirmelerin depolanmış bilgiye erişmede rol oynayan beyin sistemlerine daha fazla bağlı olduğu” görü­şünü ileri sürmeye yöneltti.
Bu niçin şaşırtıcı bir bulgudur ve ilginç olan yanı nedir? Soruyu yö­nelttiğim Harris şu karşılığı verdi: “Sanırım, ele alman konudan dolayı, iki kesim verdiği cevapların doğruluğuna daha az emindi. Haliyle asıl şaşırtıcı nokta bunun her iki kesim için de geçerli olmasıdır. Hıristiyan­ların ‘Michael Jordan bir basketbolcuydu.’ belirlemesine oranla, ‘Kitab ı Mukaddes’te anlatılan Tanrı gerçekten vardır,’ belirlemesi konusunda daha az emin olması beklenebilir; ama ateistler “Kitab ı Mukaddes’te an­latılan Tanrı bir uydurmadır.’ gibi bir belirlemeyi değerlendirirken aynı etki altına giriyor gibidir.”
Harris’e çalışmada inançlar açısından varılan daha derin sonuçları ve söz konusu inançların “içerikten bağımsızmış” gibi göründüğü yolundaki saptamasında inanç sistemlerinin nasıl işlediğini de sordum. Yani, inanan bir sinir şebekesi ve kuşkucu bir sinir şebekesi yerine inançla ilgili tek bir sinir şebekesinin bulunması niçin önemlidir? “Bu durum inancı inanç saymanın inanca dayandığına işarete ediyor.” diye belirtti Harris ironiye kaçmaksızın. “Kanımca, bunun getirdiği en az iki sonuç vardır: (1) Olgular ve değerler arasındaki yapay ayrım daha da aşınıyor, ‘işkencenin yanlış bir şey olduğuna’inanmak ve ‘2 artı 2’nin 4 ettiğine’inanmak önem açısından denkse, ahlak ve bilim de beyin düzeyinde önem açısından denktir. (2) Bu durum bir inancın geçerliliğinin -onu dünyaya bağlayan kanıt ve akıl yürütme zincirleri temelinde- sırf bir kanı sezgisine dayanır olmaktan nasıl çıktığına bağlı olduğuna işaret ediyor.” Peki, bundan ne çıkar? Harris epeyce şey çıkacağını cevabının devamında şöyle açıkladı: “İnanç tüketicileri olarak dayandığımız şey kanı sezgisidir; ama bu sezginin her alanda (matematiksel, ahlaksal vs.) sağlam gerekçelerden ve sağlam kanıtlardan kopabileceği açıktır.”
Neyse ki, sağlam gerekçelerle ve sağlam kanıtlarla bağlantısı kesilen şeyler karşı savlar aracılığıyla daha da sağlam gerekçelere ve sağlam kanıtlara yeniden bağlanabilir. Yani, her halükarda, bütün bilimsel bilgi üreticilerinin umduğu şeyden sonuçta hiç umut kesilmez.

Kaynak: İnanan Beyin & İnançları Doğru Gibi Kurgulama ve Pekiştirme SüreciMichael Shermer, Alfa Yayınları, 2017, s.147-153


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder