İnsanlar
görünüşte akla aykırı bir şeye inanmaya nasıl yönelir? Önce inançlar oluşur;
ardından inanca bağlı gerçekçiliği doğrulamak üzere inancın dayandığı sebepler
ileri sürülür, inanç savlarının çoğu, tartışmasız doğru ile apaçık yanlış
arasındaki bulanık sınır alanının bir yerinde durur. Peki, beynimiz böylesine
geniş bir inanç alanını nasıl işler? Sam Harris, Sameer A. Sheth ve Mark S.
Cohen adlı nörologlar 2007’de bunu öğrenmek üzere, UÇLA Beyin Haritası Çıkarma
Merkezi’nde on dört yetişkin deneğin beyinlerini taramaya dönük iMRG yöntemini
kullandılar. Deneklerine açıkça doğru, açıkça yanlış ya da o anda karar
verilemez nitelikteki bir dizi belirlemeyi sundular. Bu belirlemelere tepki
olarak, inancı, inançsızlığı ya da belirsizliği belirten bir tuşa basmalarını
istediler. Örneğin:
Doğru:
(2
+ 6)
+ 8=16.
Yanlış: 62 sayısı 9’a tam bölünebilir.
Belirsiz: 1,2S? = 32608,5153.
Doğru: Çoğu insanın on
el ve on ayak parmağı vardır.
Yanlış: Kartallar yaygın
ev hayvanlarıdır.
Belirsiz: Geçen Salı günü Dozu Jones Sanayi
Endeksi Ortalaması yüzde 1,2 oranında yükseldi.
Doğru: Başka birinin
çektiği acıdan keyif almak kötüdür.
Yanlış: Oy verme çağına
gelene kadar çocuklara hiçbir hak tanınmamalıdır.
Belirsiz: Bir çocuğa yalan söylemek bir yetişkine
yalan söylemekten daha iyidir.
Deneyden dört
önemli saptama çıktı:
1.
ifadeleri değerlendirmede tepki süresi
bakımından anlamlı farklılıklar vardı. Doğru (inanç belirtici) belirlemelere
tepkiler gerek yanlış (inançsızlık belirtici) belirlemelere, gerekse belirsiz
belirlemelere tepkilere oranla anlamlı ölçüde daha kısa süreliydi; ama yanlış
(inançsızlık belirtici) belirlemeler ve belirsiz belirlemeler arasında tepki
süresi bakımından hiçbir farkhlık yoktu.
2.
Doğru (inanç belirtici) belirlemelere ve
yanlış (inançsızlık belirtici) belirlemelere tepkiler karşılaştırılınca,
ödüller bağlamında kendini anlatma, karar alma ve öğrenmeyle bağlantılı bir
beyin alanı olan ön-orta alın korteksinde inançla bağlantılı
sinir aktivitesi bakımından bir sıçrama olduğu ortaya çıktı.
3.
Yanlış (inançsızlık belirtici) belirlemelere
ve doğru (inanç belirtici) belirlemelere tepkilerin karşılaştırılması, negatif
uyarımlara tepkilerle, ağrı algılamasıyla ve tiksinmeyle bağlantılı olan ön in- sulada
beyin aktivitesinin arttığını gösterdi.
4.
Belirsizlik belirlemelerine tepkilerin gerek
doğru (inanç belirtici) belirlemelere, gerekse yanlış (inançsızlık belirtici)
belirlemelere tepkilerle karşılaştırılması, hata beÜrlemede ve çatışma gidermede
devreye giren ön singulat korteksinde sinir hareketlenmesinin yükseldiğini
ortaya koydu.
Bu sonuçlar bize
inanç ve beyin konusunda ne anlatır? “Çeşitli psikolojik araştırmalar
[17,yüzyılda yaşamış Hollandalı filozof Baruch] Spinoza’nın bir belirlemenin
sırf kavranmasının onun doğru olduğuna dair örtük kabulü gerektirdiği, buna
karşılık inançsızlığın sonradan gelişen bir reddetme sürecini gerektirdiği
yolundaki varsayımını destekler gibidir.” diye belirtiyor Harris ve çalışma
arkadaşları. “Bir önermeyi anlamak bir nesneyi fiziksel mekân içinde
algılamaya benzetilebilir: Öyle anlaşılıyor ki, aksi kanıtlanana kadar
görünüşleri gerçek olarak kabul etmekteyiz.” Bu yüzden deneklerin doğru
belirlemeleri inanılır saymaları, yanlış belirlemeleri inanılmaz ya da belirsiz
belirlemeleri karar verilemez olarak değerlendirmelerinden daha hızlıydı.
Dahası, anlaşıldığı kadarıyla beynin yanlış ya da belirsiz belirlemeleri
özellikle tatları ve kokuları değerlendirmede ağrı ve tiksintiyle bağlantılı
bölgelerde işlemden geçirmesi nedeniyle, bu araştırma bir savın uygunluğunu
belirtmek için kullanılan “tat testi”nden ya da “koku testi”nden geçme
ibaresine yeni anlam getirmektedir. Saçma bir şey duyduğunuzda, bunu kokusundan
anlayabilirsiniz.
inancın ve
kuşkuculuğun sinirsel bağıntılarına gelince, ön-orta alın korteksi üst düzeydeki bilişsel
olgu değerlendirmelerini alt düzeydeki duygusal tepki çağrışımlarına bağlamada
etkili rol oynar ve her türlü savı değerlendirirken bu işlevi görür. Bu
bakımdan ahlaksal belirlemeleri değerlendirmede matematiksel ve olgusal
belirlemeleri değerlendirmeye benzer bir sinir aktifleşmesi kalıbı vardır.
Beyinlerinin bu alanı hasar görmüş insanlar, iyi ve kötü kararlar arasında
duygusal bir farklılığı sezmede güçlük çekerler; öykü uydurmaya, yani doğru ve
yanlış anıları birbirine karıştırmaya ve gerçekliği hayalle birleştirmeye
yatkın olmalarının sebebi de budur.
Bu araştırma, Spinoza’nın varsayımı olarak
adlandırdığım şeyi desteklemektedir: İnanç çabuk ve doğal
biçimde edinilirken, kuşkuculuk yavaş ve doğal olmayan bir süreç izler; çoğu insanın belirsizliğe
karşı düşük bir dayanma gücü vardır. Bir savın aksi
kanıtlanana kadar doğru olmadığı yolundaki bilimsel ilke, çabuk
kavrayabildiğimiz şeyleri doğru kabul etme yönündeki doğal eğilimimize aykırı
düşer. Yani, aslında kuşkuculuğu ve inançsızlığı ödüllendirmemiz, yeni bulgular
karşısında fikirlerini değiştirmeye açık olanları desteklememiz gerekir. Oysa
en başta din, siyaset ve iktisat alanlarında olmak üzere, sosyal kuramların
çoğu iman, parti ya da ideoloji esaslı doktrinlere inancı ödüllendirirken,
önderlerin otoritesine kafa tutanları cezalandırır, belirsizliği ve özellikle
kuşkuculuğu caydırır.
Dinsel ve
dindışı inancın sinirsel bağıntılarını bulmaya dönük ikinci bir iMRG
çalışmasında, Sam Harris ve UÇLA meslektaşları, bizzat kendi beyanlarına göre
on beşi Hıristiyan ve on beşi inançsız olmak üzere, otuz deneğin beyinlerini,
dinsel ve dindışı önermelerin doğruluğunu ve yanlışlığını değerlendirdikleri
sırada taradılar. Örneğin, dinsel belirlemelerden biri “İsa, Kitabı
Mukaddes’te ona atfedilen mucizeleri gerçekten yerine getirmiştir.” biçiminde,
dindışı belirlemelerden biri ise “Büyük İskender çok ünlü bir askeri önderdi.”biçimindeydi. Deneklere bir belirlemeyi doğru (inanç belirtici) ya da
yanlış (inançsızlık belirtici) gördüklerine işaret eden bir tuşa basmaları
bildirildi. Belirlemeleri yanlış olarak algılayanlarda tepki süresinin aynı
belirlemeleri doğru olarak yorumlayanlara oranla anlamlı ölçüde daha uzun
olduğu bir kez daha görüldü. Hıristiyanların ve inançsızların gerek dinsel
(“Melekler gerçekten vardır.”), gerekse dindışı (“Kartallar gerçekten
vardır.”) uyarımlar karşısında “yanlış” tepkisine oranla “doğru” tepkisini
vermede (herkes için bir görüşe katılmanın katılmamadan daha kolay olmasından
dolayı) daha hızlı davranmaları, buna karşılık inançsızların özellikle dinsel
belirlemelere tepki vermede çabuk davranmaları çarpıcı bir sonuçtu.
Beyin içindeki
süreçleri yansıtan taramalar, ödüller bağlamında kendini tanıma, karar alma ve
öğrenmeyle bağlantılı olduğunu belirttiğimiz ön-orta alın korteksinin gerek
dinsel, gerekse dindışı belirlemeler konusunda hem inançlılarda, hem de
inançsızlarda bir sinyal artışı gösterdiğini, yani oksijen verici kan akışının
arttığını ortaya koydu. Bu bir “dopaminerjik sisterh’dir -dopaminin hazla
bağlantılı bir sinir iletici madde olduğu ve öğrenmeyi pekiştirmede rol
oynadığı unutulmamalıdır. Denekler ister Tanrıya ilişkin belirlemelere, isterse
de sıradan olgulara ilişkin belirlemelere inansınlar, aynı durum geçerliydi.
Aslında, hem inançlılarda, hem de inançsızlarda inanç ve inançsızlık arasında
doğrudan bir karşılaştırmanın hiçbir farklılık göstermemesi, Harris’i ve
meslektaşlarını “inanç ve inançsızlık arasındaki farklılığın içerikten
bağımsızmış gibi göründüğü” sonucuna varmaya yöneltti. Yani, hem inançlılar,
hem de inançsızlar gerek dinsel, gerekse dindışı savların doğruluğunu aynı
beyin alanında değerlendiriyor gibidir. Bir başka deyişle, beyinde bir “inanç”
modülü ya da “inançsızlık modülü, bir avanaklık şebekesi ya da kuşkucu şebeke
yoktur.
Dinsel
uyarımlara tepkiden dindışı uyarımlara tepkinin çıkarılması, dinsel uyarımlara
dönük kan oksijen düzeyine bağlı sinyalin (ağrı algısıyla ve tiksintiyle
bağlantılı) ön
insulada ve (ödülle bağlantılı) ön striyatumda, ayrıca bildik dostumuz OSK’de,
yani hata saptama ve çatışma giderme şebekesinde daha yüksek olduğunu ortaya
çıkardı. Yani, dinsel belirlemeler olumlu ve olumsuz etkileri daha fazla
kışkırtmaktaydı. Dindışı uyarımlara tepkiden dinsel uyarımlara tepkinin
çıkarılması, anıları hatırlamada doğrudan rol oynadığı gayet iyi bilinen
hipokampustaki beyin aktivitesinde bir artış olduğunu ortaya çıkardı. Çarpıcı
bir sonuçla bunun hem inançlılar, hem de inançsızlar için geçerli olması,
Harris ve meslektaşlarını “her iki kesimin dinsel belirlemeleri
değerlendirirken daha fazla bilişsel çatışma ve belirsizlik yaşadığı” ve
“çalışmada sunulan dindışı uyarımlar hakkındaki değerlendirmelerin depolanmış
bilgiye erişmede rol oynayan beyin sistemlerine daha fazla bağlı olduğu” görüşünü
ileri sürmeye yöneltti.
Bu niçin
şaşırtıcı bir bulgudur ve ilginç olan yanı nedir? Soruyu yönelttiğim Harris şu
karşılığı verdi: “Sanırım, ele alman konudan dolayı, iki kesim verdiği
cevapların doğruluğuna daha az emindi. Haliyle asıl şaşırtıcı nokta bunun her iki
kesim için de geçerli olmasıdır. Hıristiyanların ‘Michael Jordan bir
basketbolcuydu.’ belirlemesine oranla, ‘Kitab ı Mukaddes’te anlatılan Tanrı
gerçekten vardır,’ belirlemesi konusunda daha az emin olması beklenebilir; ama
ateistler “Kitab ı Mukaddes’te anlatılan Tanrı bir uydurmadır.’ gibi bir
belirlemeyi değerlendirirken aynı etki altına giriyor gibidir.”
Harris’e
çalışmada inançlar açısından varılan daha derin sonuçları ve söz konusu
inançların “içerikten bağımsızmış” gibi göründüğü yolundaki saptamasında inanç
sistemlerinin nasıl işlediğini de sordum. Yani, inanan bir sinir şebekesi ve
kuşkucu bir sinir şebekesi yerine inançla ilgili tek bir sinir şebekesinin
bulunması niçin önemlidir? “Bu durum inancı inanç saymanın inanca dayandığına
işarete ediyor.” diye belirtti Harris ironiye kaçmaksızın. “Kanımca, bunun
getirdiği en az iki sonuç vardır: (1) Olgular ve değerler arasındaki yapay
ayrım daha da aşınıyor, ‘işkencenin yanlış bir şey olduğuna’inanmak ve ‘2 artı
2’nin 4 ettiğine’inanmak önem açısından denkse, ahlak ve bilim de beyin
düzeyinde önem açısından denktir. (2) Bu durum bir inancın geçerliliğinin -onu
dünyaya bağlayan kanıt ve akıl yürütme zincirleri temelinde- sırf bir kanı
sezgisine dayanır olmaktan nasıl çıktığına bağlı olduğuna işaret ediyor.” Peki, bundan ne çıkar? Harris epeyce şey çıkacağını cevabının devamında şöyle
açıkladı: “İnanç tüketicileri olarak dayandığımız şey kanı sezgisidir; ama bu
sezginin her alanda (matematiksel, ahlaksal vs.) sağlam gerekçelerden ve sağlam
kanıtlardan kopabileceği açıktır.”
Neyse ki, sağlam
gerekçelerle ve sağlam kanıtlarla bağlantısı kesilen şeyler karşı savlar
aracılığıyla daha da sağlam gerekçelere ve sağlam kanıtlara yeniden
bağlanabilir. Yani, her halükarda, bütün bilimsel bilgi üreticilerinin umduğu
şeyden sonuçta hiç umut kesilmez.
Kaynak: İnanan Beyin &
İnançları Doğru Gibi Kurgulama ve Pekiştirme SüreciMichael Shermer, Alfa
Yayınları, 2017, s.147-153
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder